15 Kasım 2021 Pazartesi
14 Kasım 2021 Pazar
10 Kasım 2021 Çarşamba
8 Kasım 2021 Pazartesi
DELİREYAZMAK (Delirium Associated With COVID-19)
Yoğun bakım yan dal eğitimime başladığım
ilk günlerde değerli Hocam Volkan İnal’dan, buradan sevgi ve
hürmetlerimi sunuyorum, ilk öğrendiğim şey hastaların ağrı çekmemelerini
sağlamak olmuştu. İlk günden bu yana daha hasta sedyede ya da tekerlekli
sandalyede kapıda belirdiği anda yüz hatlarına bakıyorum, ağrıya neden
olabilecek bir patolojisi varsa, hemşiresine lütfen ben orderını verirken ağrı
kesicisini takalım diyorum. Vizitlerde dikkatimi çeken bir diğer şey hemşiresine
“varsa mutlaka işitme cihazını isteyelim” demesi olmuştu. Pandeminin bu
4,5. atağını yaşadığımız bu günlerde giderek artan ve başa çıkmakta zorlandığım
bir konuya girebilmek için bu girizgahı yaptım.
Deliryum. Hocamdan öğrendiklerim insanca davranışlar olmakla
birlikte hastalarımızın delireyazmasına engel olan davranışlarmış
sonradan anlamıştım. Türk Dil Kurumu Sözlüklerine baktım şimdi bu
kelimenin karşılığı olabilecek bir kelimemiz var mı diye, delirebilmek
var, deliriş var, deliriverme var hatta delirtebilme var,
herhalde sonuncusu bir yetenek 😊, bazı hasta yakınlarımızda bu yetenek
kesinlikle var.
Dünya malum pandemiyle tanışalı ve
biz yoğun bakım uzmanlarının hayatını ve hayata bakışını belki de
sonsuza kadar değiştireli iki yıl kadar oldu. Yoğun bakımda kaliteyi arttırma
çabaları en azından kendi adıma ikinci planda kaldı. Ha bitecek ha bitecek
derken aslında daha tünelin ucunun belki de çok ileride olabileceğini düşünmeye
başladık.
O zaman ne yapalım, kendi yaşam kalitemizi
arttırmak biraz zor görünüyor, bari hastalarımızın yaşam kalitesini
arttıralım.
Bazen şöyle bir reklam repliği geçiyor içimden.
“Son model gelişmiş tıbbi cihazlarla
donatılmış yoğun bakım ünitelerimizde, gerçekten deneyimli doktor ve hemşire
kadromuzla siz aşısız hastalarımıza hizmet için 7/24 görevdeyiz”
- *** Şansınız
varsa 7-21 gün boyunca bir yatağa bağımlı kalacaksınız.
- *** Bu arada yakınlarınızla maalesef görüşemeyeceksiniz.
- *** Odalarımızın
hiçbirinde televizyon yok, yakınlarınızla iletişim kurabileceğiniz bir sistem
yok, cep telefonu yok.
- *** Sizi
belki de son ana kadar entübe etmemek için bütün imkanlarımızı kullanacağız.
- *** Sürekli
bir oksijen cihazına bağlanmanız gerektiği için tuvalet ihtiyacınızı yatakta gidermek
durumunda kalabilirsiniz (%90).
- *** Yoğun
bakımlarımızdan çok şükür sağ salim çıktığınızda 3 kişiden biriniz bir dönem
daha oksijene bağlı kalabilirsiniz
- *** Bazılarınız
bu hastalığın verdiği hasarı ömür boyu taşımaya devam edecek
- ***Biz
o zaman da yanınızda olmaya devam edeceğiz post-covid polikliniklerimize
sizleri bekliyoruz.
Öyle inanıyorum ki bunları yazsak
biraz da resmetsek yaşayacakları ıstırabı empati yapmalarını sağlasak, yoğun
bakım yatağında aşı olun ben pişman oldum siz olmayın demekten daha etkin olabilir.
Son yaptığım bir çalışmada Demans hastalığı olan hastalarda COVİD hastalarında mortalite KAH, HT gibi anlamlı derecede yüksek çıktı, belki yaş gereği normal bir sonuç. Bu hastalarda yine beklendiği üzere deliryumu doğal karşılayabiliriz. COVID PCR+ 817 hastalık bir çalışmada 65 yaş üzeri hastaların %28’inin henüz acil servisteyken deliryum tablosunda olduğu anlaşılmış.
Son dönemde diğer
ataklardan çok daha fazla oranda deliryum tablosu görmeye bu durumu yönetmede
zorlanmaya başladım. Demansı ve dahi hiçbir kronik hastalığı olmayan hastalarda
da deliryum tablosuyla uğraşır oldum. Yoğun bakımcılığın en sevdiğim tarafı son
literatüre bak işe yarayabileceğin şeyler bul, deneyimle, işe yararsa devam
et. Poliklinik zamanlarımdaki gibi tedavi
sonuçlarını görmek için üç ay beklemek zorunda değilsin.
Yoğun bakım ortamının delirtici
etkenlerine maruziyet konusunda elimizdeki imkanlar dahilinde keşke
odalarımızda TV olabilseydi diye düşünüyorum, çoğu odamızda saat var ama hangi
gündeyiz ben karıştırıyorum artık hasta nerden bilecek? Takvim yok. Bu arada COVİD hastalarında pek rastlamasam da
uyuşturucu veya alkol yoksunluğunun da olabileceği akılda tutulmalı. Dahiliye kökenli olduğum için yıllların
alışkanlığı anemisi olan ama MCV si normal ya da yüksek hastalardan vit B12, Folat
düzeylerini istiyorum. Bu dönemde her ikisinin de eksikliğini saptamaya
başladım. Yine ne kadar maliyet etkindir bilemiyorum ama TFT ilk yatış rutinine
ekledim.
Hastalar yakınlarıyla görüşmeleri
tabi ki insancıl olabilir ama çektikleri ızdırabı, solunum sıkıntısını
yakınlarının görmesi yıllar boyu sürebilecek travmalar yaratabileceği gibi,
sağlık çalışanlarının hasta yakınları ile aşırı sorgulayıcı diyaloglara girmesi
kaçınılmaz olacaktır. Zaten tükenmişlik içinde mesleğini sürdürmeye çalışan
personel için de travmatik olabilir. Şimdi ayrıntılayamayacağım diyologları
eminim sizlerde sayısız kez yaşadınız. “Göz görmeyince gönülün katlanması”
aksini düşünenler olsa da şu günler için uygun bir düşünce olabilir.
Hastanın ağrısını kestik, oksijenizasyonu
elimizden geldiğince sağladık, mümkünse geceleri ışıkları kapattık, uyku düzeni
için gerekirse medikal destek verdik, hatta geceleri kulak tıpası kullanan
klinikler duymuştum, mobilize olabilecek hastalarımıza yardımcı olduk,
henüz kalkabilen hastalara seyyar tuvaletle destek olduk, hidrasyon
ve beslenmelerine dikkat ettik.
Biz yoğun bakımcılar kabızlığı izleriz
çetelesini tutarız ama gözden kaçan bir konu olabilir. Bu arada maalesef
maksimum düzeyde HFNO desteği sağlarken enteral nütrisyon verebilme şansım da
azalıyor. Paranteral beslediğim hastada kabızlığı kaç gün kabul etmek gerek o
da ayrı bir konu.
Yoğun bakım yatış süresi uzadıkça pandemi öncesinde de olduğu gibi sekonder enfeksiyonlar hatta sepsis, septik şok tablosu da artıyor, bu hastalarda deliryum tablosu çok daha fazla gözlemliyorum. İnvaziv mekanik ventilasyon ve haliyle sedasyon, yüksek doz ve uzun süreli kortikosteroid tedavileri de COVID hastalarında riski daha da arttırıyor. Nazal kanüle soluyan ancak solunum yetmezliği düzelmesine rağmen arka arkaya iki kez septik şok atağı geçiren hastalarım oldu. Enfeksiyonların katkısı kadar kullandığımız 8-16 kalem ilacın da deliryuma katkısını unutmamak gerek. Sizler halen giyiyor musunuz bilmiyorum ama bu şekliyle kişisel koruyucu ekipmanı kullanımını ben çoktan bıraktım.

Bu şekil donanımda çalışmak hastalar için daha travmatik
olabilir, deliryum semptomlarını kötüleştirebilir deniyor. Ayrıca pandemi
döneminde fizyoterapi desteğinin kesilmesi riski biraz daha arttırmış olabilir.
Bununla birlikte SSS’ye retrograd veya
hematojen yolla virüs taşınması, sitokin aktivasyonunun neden olduğu SSS
inflamasyonunun, enfeksiyon sonrası gelişen otoimmün reaksiyonların ve
hipoksemik/trombotik nöronal hasarın da nöropsikiatrik semptomlara neden olduğu düşünülmektedir.
“Delirium, ICU” diye aratınca bine yakın makale var,
aslında bunca stress faktörüne ve kolaylaştırıcı faktöre rağmen delirivermeyen
hastaların araştırılması daha mantıklı
olabilir.
Oryantasyon bozukluğu, dikkat ve farkındalık bozukluğu,
duygudurum bozukluğu, bozulmuş uyku/uyanıklık döngüsü, ajitasyon,
huzursuzluk, halüsinasyonlar. Bir haftadan uzun süre yatıp da bunlardan bir
ya da daha fazlasını görmediğiniz kaç hastanız var? Bu arada deliryum için tarama testlerini
kullanıyor musunuz?
Hastayı ilk kabul ettiğimde hastaya
ve yakınlarına şu cümleleri kuruyorum. Saydığım nedenlerden dolayı hasta için
geçici bir etkisi olsa da hasta yakınları ile iletişimim takip eden günlerde
daha iyi olabiliyor.
Hoş geldiniz ben yoğun bakım uzmanıyım, adım şu, tedavinizle ben ilgileneceğim, hastanemizde her türlü tıbbı cihaz üst seviyede ve dünyada COVID hastalığının tedavisinde kullanılan ve etkin olduğu düşünülen her türlü ilaç elimizde mevcut. Ben, hemşirelerim ve tüm çalışanlarımız iki yıldır en ağır COVID hastalarını takip etmekteyiz. Hastanızı öncelikle burundan yüksek akımda oksijen desteği veren özel bir cihazla solutmaya başladık. Entübe etmeden taburcu etmek amacımız, yoğunluktan dolayı sizi her gün arayamıyoruz ama bu hastalık (yoğun bakımda) çok yavaş düzelen bir hastalık bugünden yarına çok değişiklik beklemiyoruz haftada 2-3 gün mutlaka telefonla sizleri bilgilendireceğiz, işte şu gün sizleri tekrar bilgilendireceğim, ama bu arada durumunda kötüleşme olursa ya da herhangi bir ihtiyacı daha erken de arayabilirim.
Yüzde %95 hasta yakınlarıyla bir problemim olmuyor, ama 23 yataktaki devir hızını düşünürseniz.
O %5 yok mu? Allah kolaylık versin hepimize.
Peki hasta tüm önleyici tedbirlere rağmen
belki de kaçınılmaz tabloya ulaştı, deliryum tablosuna girdi. Ne yapalım? Benim
yaptığım öncelikle oral Quetiapin (Seroquel) başlamak ve hiperaktif
tablo varsa Precedex eklemek ve dozlarını titre ederek hastayı takip
etmek. Haloperidol (Norodol) daha önceleri sık kullanıyordum ama
hastaları çok fazla uyutup sonrasında daha şiddetli semptomlara neden olduğunu
gördüğüm için neredeyse hiç kullanmıyorum. Buraya kadar iyi neredeyse %80
hastayı bu şekilde tedaviye uyumlu hale getirip kendine zarar verici
hareketlerden korumayı başarabiliyoruz. Ancak hemşirelerinizden duymuşsunuzdur,
rahat dursa aslında satürasyonu %90’nı geçiyor. Elinde olsa keşke.
Geri kalan grupta ise arada kaldığım
çok oluyor. Acaba entübe edip rahatlatsam mı hastayı ya da Klorpromazin (Largaktil) gibi psikotroplar ile destekleyip entübasyon öncesi biraz
daha zaman mı kazandırsam. Kazandırmak mı kaybettirmek mi onu da hep
düşünüyorum… Bu arada Biperiden (Akineton) kendisi deliryuma neden
olduğu için kullanılmamalıdır.
Aşağıda belirttiğim ilaçlar literatürden (Neurocovid: Pharmacological Recommendations for Delirium Associated With COVID-19) bulduğum diğer ilaç önerileri bunlardan rutinde kullandıklarınız var mı? Kombinasyon yaptıklarınız?
Melatonin, Klonidin , Guanfasin, Olanzapin, Risperidon
Aripiprazol
(Hipoaktif deliryumda)
Trazodon , Valproik asit
2 Kasım 2021 Salı
Her Şey Yolundaymış Gibi Davransam N'olur?
Hayat o kadar zor ve veya sıkıcı
bu günlerde bana öyle geliyor,
bazen zorluk gerçekten halen bu yaşta asistan
gibi çalışmanın verdiği fiziksel zorluk olabiliyor
bazen de psikolojik tükenmişliğin
emeğinin karşılığını alamamanın,
hasta yakınlarıyla yaşadığımız diyologların
seni normalde takmayan insanların angarya
görünen eğitimleri birinin vermesi ya da alması gerektiğinde takındıkları şirin
tavırları
yöneticiler dahil herkes COVID bitmiş gibi
davranırken, halen bu ağır yükün stres ve bazen de çaresizliğini yaşamanın
bir çok şeyin etkisi var ilk aklıma
geliverenler bunlar.
Çoğunuzun başında zaten anlatıp kimseyi sıkmak
değil amacım, bugün değişik bir şey oldu, vizitleri tamamlayıp bulduğum 20-30
dk’lık arada filtre kahve makinesinde yaptığım filtre çayımı yudumlarken ya dedim
buralar böyle biliyorsun, her şey yolundaymış gibi
davransan ne olur ki?
Cep telefonunu aldım elime din konusunda yapılan bir tartışmaya girdim siz kardeşsiniz dedim bu kadar üzmeyin birbirinizi, zaten ancak dörtte birimiz görebileceğiz cenneti, hayra ve barışa yönelik işler yapın.
Sonra biraz mizaha vereyim dedim kendimi
Mizahın iyileştirici gücü, ne zamandır ihmal etmişim.
Nedense buna çok güldüm.
Çay molasının ardından 20 hasta yakınına
telefonla bilgi verdim, 50 yaşında maalesef aşısız ağır COVİD pnömonili hastamın
arattığı 6 ayrı meslektaşıma da ayrıca bilgi verdim, 6. da sitemlerimi ekleyerek
artık, bir ara telefonu elime aldım yakınını tekrar arayıp sizin derdiniz ne
diye soracak oldum, sonra elime ne geçeceğini düşünerek geri adım attım,
sinirimi yatıştrabildiğim için mutlu oldum.
Ortanca oğlanının 40 dk lık İngilizce kursundan
çıkmasını beklerken ben de Memrise uygulamasından İngilizce çalışması
yaptım. Burada reklam aldığımı söylemek isterdim ama öyle bir şey olmadı maalesef.
Zaman çabucak geçiverdi, uygulamaya devam etmeye karar verdim, zihnimin
kıvrımlarının uyandığını hissettim.
Sonra eve geldim hafta sonu kavgamız hiç
olmamış gibi eşime iltifatlar ettim, mutluymuş gibi davrandım ilginç olarak mutlu oldum.
Eşim Biontech aşısı olmuş, sanki başım ağrıyacak gibi dedi, aşıdan
sonra her bi yeri ağrıyan duydum da baş ağrısı?
Hayırrr, hemen profiliaktik PAROL ikram
ettim 😊 Küçük
yavrum her akşam olduğu gibi baba benimle oynar mısın dedi, oynarım oğlum dedim
ve gerçekten oynadım.
Neredeyse bir yıldır elime yapışan çalışma
istatistiklerime şöyle bir göz attım yoluna koydum. Ne güzel anlamlı sonuçlar
çıkmış. Serviste PULS KS alan COVID pnömoni hastalarının %70’i servisten
taburcu olabiliyor. Başka bir deyişle puls KS alan hasta grubunda %30 hastanın
YB ye inmesi gerekiyor. Yoğun bakımda IVIG tedavisi verilip düzelen ağır CARDS
vakalarının yine %30’u eve 02 konsantratörü ile gönderiliyor. Bunlar ne işimize
yarayacak? Merak işte. Ağır CARDS vakalarında (71 vaka) IVIG tedavisine
başlandığı gün D-dimer yüksek ise bu hastaların taburculuk oranı anlamlı şekilde
daha fazla, bu ilginç işte, tartışma götürür. Sadece iki hastada femoral ven
trombozu gelişmiş. HFNO ve üzerine RM desteği
gerektirecek düzeyde ağır CARDS vakalarında IVIG tedavisi yaklaşık %50 hastayı
solunum yetmezliğinden kurtarıyor ancak %10 hasta uzamış YB yatışı süresinde
eklenen septik şok ya da diğer sorunlarla kaybediliyor. Yani sağ kalım %40 gibi
ama bu hasta grubunun semptomatik tedavi ile mortalitesinin tahmin etmek zor
değil. Bu hastaların endikasyonu olanlarının Tocilizumab almış olduklarını da
belirtmek isterim. Neyse bunlar gözlemsel sonuçlar, daha hakem
değerlendirmeleri vs biliyorsunuz uzatmayayım. Hep merak ettiğim konu acaba biz
kurtarma tedavisi olarak IVIG’e sarılıyoruz, 10 hastadan 4’ü taburcu olabiliyor
da acaba HFNO desteği gerektirecek düzeyde ağır hasta grubunda IVIG kulanmadan yapılan
mücadelenin sonucu nedir? Bu çalışmaya da başladık 120 IVIG verdiğimiz hastayı,
IVIG almayan grupla karşılaştıracağız.
Birazda paramedikal konulara bakayım
dedim, bu aralar yatırım yapacak kadar param olmasa da biraz bitcoin analizi
biraz NFT aleminde gezindim. Bir sohbetteki diyaloğu aynen aktarıyorum.
-Geçen sene ayda 2 Eteryum kazanıyordum, bu
sene ayda 1 Eteryum ??? devir kötü.
Boşver kardeş!
-“Fakir ama mutlu olacaksın”
- “tr de fakir olmak kolay da mutluluk zor.”
Yarın 46 COVID YB hastasına tek başıma
bakacağım ama hala kaygılı değilim, Lustral de içmiş değilim, hayatımda da çok
şükür içmedim, ilginç bakalım yarın da bu yeni metod işe yarayacak mı?
*** Her şey yolundaymış gibi davranmak.
Bir gün siz de deneyin, memnun kalmazsanız bir
daha yapmazsınız.
Sağlıcakla kalın.
19 Ekim 2021 Salı
Her gün için rutin tetkik planınız var mı? Do you have a routine examination plan for each day?
Birazdan anlatacaklarımı, akşam üstü evde yemek yerken eşimle paylaşmak istedim, bir yerden sonra aslında pek ilgilenmediğini fark ettim, gözlerini buzdolabına sabitlemiş, kayınçomun uğrayabileceğini söyledi. Tamam gelsin çocuk ta…
Neyse size kısmetmiş. İyi
ki varsınız.
Eskişehirde
pandeminin 4. atağı başladığında derin bir umutsuzluğa kapılmıştım bu kadar
aşılamaya rağmen bu hastalık bitmeyecek diye, sonrasında anlam veremediğim
şekilde vakalarda bir azalma yaşadık. Tam bu duruma da alışmak üzereyken son
4-5 gündür yeni bir vaka artışı ile YB yatak sayımızı tekrar arttırmaya başladık. Dördüncü dalganın ikinci piki diyebiliriz. Pandemi
4,5 ta diyebiliriz. Şehir efsanesi midir bilemiyorum ama 9 atak yaparmış
büyük pandemiler, yolun yarısı eder. Başlıktan
da anlaşılacağı üzere sizlerle paylaşmak istediğim pandemik konular değil. Son iki
gündür “Türkiye Kan Transfüzyon Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi” Projesi
kapsamında online eğitime katıldım. Hasta Kan Yönetimi projesinde anlatılan
konulara baktığımda kan ürünü transfüzyonu konusunda biz yoğun
bakımcıların neredeyse benzer uygulamalar yaptığımızı fark ettim. Bu konuda yoğun
bakımlarda nöbet tutan arkadaşlarımızın eğitiminin faydalı olacağını
düşünüyorum.
Benim
dikkat çekmek istediğim konu yine bu eğitimde de üzerine önemle vurgu
yapılan bir durum. Yoğun bakım hastalarından alınan rutin kan tetkikleri. Sanırım iki yıl önceydi
uluslararası bir kongrede sunum yapan hocamızın paylaştığı bir çalışmada
hastanede yapılan transfüzyon tedavilerinin iki katı oranında tetkik
amaçlı kan alındığından bahsetmişti.
Öncelikle
bu projeye destek veren tüm derneklerimize ve sunum yapan hocalarımıza teşekkürlerimi
sunarım, eksiklerimi gördüm.
COVID
rutininden biraz olsun uzaklaştım. Yoğun bakım yan dal
eğitimi alırken iki ayda bir hatta ayda bir olan asistan rotasyonlarının
etkisiyle sanırım, her güne ait bir kan tetkiki istem rutinimiz olurdu. Hatta
bazı kliniklerde günde iki kez rutin istemler yapıldığını duymuştum. Bu durum o
dönemde dikkatimi çekmemişti. Olağan rutindi sonuçta. Sonrasında zorunlu
hizmete gittiğim devlet hastanesinde böyle bir rutin olmadığını görünce başlangıçta
yadırgadım. Sonrasında ben de rutinin dışına çıkmaya karar verdim. Öncelikle en
yakın zamanda çarşaf dosya dediğimiz hasta takip izlem kağıtlarımıza ertesi gün
isteyeceğim tetkikleri yazabilmek için bir kutu yerleştirdim. Zamanla fark
ettim ki gerçekten de her gün takip ettiğim hastadan her gün kreatinin görmem her
gün KC enzimlerini görmem gerekmiyor hatta hemogramı da öyle, kısa biyokimya da her gün gerekli değil. Venöz kan gazı tetkikinde Na, K, Glu, Ca’
mu zaten görebiliyorum, her zaman güvenilir olmasa da Hgb düzeyi de mevcut.
Sonrasında çoğu hastanın günlük istemleri “CRP, VKG, Kre, AST ve belki Ca,
alb, Mg” şekline dönüştü ya da sadece VKG. Üçüncü basamak YB
tedavisi tamamlanıp palyatif ya da 1. Basamak YBÜ ye nakil planım varsa ve yer
sıkıntısı nedeniyle bekleyen hastaysa kan istemediğim günler dahi oluyor.
Dahiliye
asistanlığımda laboratuvar tetkiklerinin yanı sıra her gün PAAC
istediğimizi hatırlarım. Bunu da bıraktım. Hemodinamiği değişen, komplikasyon
düşündüğüm vakalara hemen patolojinin gerilemesini takip etmek için de belirli
zamanlarda hasta bazlı plan yapmaya başladım. Önce haftada bir gün olsun tüm
hastalar çekilsin dedim ama sonrasında oda ters geldi. Kendi kliniğim için 17
hastaya aynı saat içinde görüntüleme yapılmasının hem çeken için hem de o an
klinikte olan diğer çalışanların iş yükünü ve radyasyon maruziyetini
arttırdığını düşündüm, bu düşünceye kendim değil hemşirelerimin uyarıları
sonucu vardım.
Hem
her gün gereksiz geniş biyokimya, PT, INR, hemogram tetkiklerini tek tek
inceleyip kendimi tüketmiyorum, hem hastaların kanları kendilerinde kalıyor.
Bununla birlikte YB tetkik masraflarının azalması yanında daha az kan
ürünü ihtiyacı oluyor diye düşünüyorum. Son iki günlük sunumlarda bu düşüncelerime
bilimsel kanıtlar bulmak beni mutlu etti. Hatta yarın bizim kliniklerimizde maliyet
ve transfüzyon oranları, hasta sonlanımları açısından farklılık var mı
diye araştırmaya başlayacağım. COVİD rutininde zaman bulabilirsem inşallah
yakın zamanda sonuçları da paylaşmak isterim.
Kendimce
iyi yaptığımı düşünsem de bundan hasta yakınları pek mutlu değil, E-nabızdan
takip etmekte zorlandıklarını söylüyorlar 😊.
Ünlü repliği eminim çoğunuz duymuştur.
“E-Nabızdan
hastamızın sonuçlarına baktık, CRP’si düşmüş! Neden
CRP vermiyorsunuz hastamıza? Hastanede yoksa neyse parası alır
getiririz!”
Geçen hafta bir hasta yakının elinde cep telefonu
hastanın akciğer grafisini görünce çok üzüldüğünü söyledi. Akciğerleri benden
iyi bu arada. Şimdi bu düşüncelerimi bir kısmınız onaylıyor belki çoktan
beridir de uyguluyor olabilir. Bir kısmınızda iyi hoşta gözden kaçan durumlar
ne olacak? Ya mortalite artıyorsa? Beklenen
göre gözlenen mortalitemi? Hastalığa özgü düzeltilmiş mortalite beklentisine
göre mortalite mi? Yoğun bakımda o kadar
karıştırıcı faktör var ki. Mortalite azalması her zaman iyi mi? Yoğun bakıma
girme endikasyonu olmayan palyatif bakım hastalarını tam destekle sonuna
kadar yaşatmaya gayret edip ızdıraplarını arttırmak? Bu da ayrı bir konu ya.
Bakanlık istediği için APACHE ortalamalarını ölçüp kaydetme angaryası
dışında bu durumu kaile alan klinik sayımız kaçtır acaba? Aklımda birçok konu.
Bu
arada içimi dökmek rahatlamak istediğim konular bunlar değil aslında ama pozitif
kalmaya motivasyonumu tekrar sağlamaya çalışıyorum.
Sağlıcakla.
favori sayfalar
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/12/aprv-modunu-kullanyor-musunuz.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2021/01/uzun-sure-maske-takarsan-altndaki.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2020/11/yaprak-dokumu.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/07/kolloid-svlar-hangi-hastalarda-tercih.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/07/sv-tedavisini-kime-nasl-yapyorsunuz.html
24 Ağustos 2021 Salı
9 Haziran 2021 Çarşamba
Post COVID Yoğun Bakımcı Sendromu
Bloğuma şöyle bir bakiyim dedim, en son yazımı yıl başında yazmışım, ikinci ataktan yeni çıkmışız üçüncünün geleceğinden emin ve oldukça da tükenmiş.
Tarihe not düşmek adına son altı ayımı şöyle bir düşününce önceki ataklardaki yaşlı hasta yoğunluğunun olmadığını hatta toplasan kendi 17 yataklı kliniğimde toplamda on kadar yaşlı hastam olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle Çin aşısının etkinliğine sonuna kadar inananlardanım.
Bununla birlikte yoğun bakıma kabul ettiğimiz hastaların yaş grubu 48- 60 yaş aralığındaydı. Önceki ataklardan farklı olan elimde net veri olmamakla birlikte hastaların daha çok obez kadın hastalardan oluşmasıydı.
Astım tanılı hastaları daha çok kabul ettim. Sevindiren bir durum önceki ataklarda entübasyonu takiben iki-üç gün içinde gelişen septik şok tablosu bu sefer nadiren ortaya çıktı. Entübasyon süreleri uzadı. Ekstübe edebildiğimiz hasta sayısı artış gösterdi. Bu durumda yaş ortalamasının düşmesi ne kadar etkendir, emin değilim?
Maalesef hepiniz gibi bende acı veren tablolarına şahitlik ettim. Bir aileden 52 yaşlarında anne ve babayı aynı yoğun bakıma birer gün arayla kabul ettik. Çocukları da çocuk yoğun bakımda takip edildi. 12 yaşında çocuk çok şükür 3 günde taburcu olabildi. Ancak önce babayı 3 gün sonra da anneyi ağır CARDS tablosu nedeniyle kaybettik. O kadar yaşlı hastayı çok ağır tablolardan kurtarabilirken ve bu kadar deneyim kazanmışken yaşadığım bu çaresizliği anlatmam. İki yan odada yatan eşinin vefatını anlamış gibi gözlerimin içine bakan ablanın bakışları hiçbir zaman gözümün önünden gitmeyecek. Çocuğun yaşadığı travmayı anlamak empati yapmak mümkün değil.
Mutlaka sizlere de soruyorlardır, hangi aşıyı yaptırayım, ne bulursan yaptır arkadaşım!
Dikkatimi çeken başka bir konu son bir ayda immun supresif tedavi alan 3 renal transplant hastasının iki doz aşı olmalarına rağmen ağır CARDS tablosuyla başvurması oldu.
Yine son 15 günde tekrar ileri yaş hastaları yatırmaya başlamamız oldu.
Birinci atak esnasında uzun süreli kısıtlamaların ardından 15 gün yoğun bakımda hiç COVİD vakamız kalmamıştı.
İkinci atak sonrası böyle bir dönem yaşadık mı hatırlamıyorum ama sanırım Ağustos 2020 de 3. atağın yoğunlaşmaya başladığı vakite kadar maksimum beş COVİD hastası takip etmiştik.
Şimdi de uzun süren 17 günlük kısıtlama sonrası 6-7 hasta ile tek yoğun bakımda devam ediyoruz.
Ara verir mi bilemiyorum. Bu sefer ki duygularım 4.atağın yine geleceği ama aşının yaygınlaşmasıyla birlikte sanki daha az yoğun bakım ihtiyacı olacağı gibi. Bununla birlikte son günlerde bizde olduğu gibi yaşlı popülasyonda aşının koruyuculuğu azalırsa, öncelikle 80-90 yaş arası grup ağırlıklı bir dönem daha geçirebiliriz diye düşünüyorum. Neyse falcılığa gerek yok.
İkinci atakta daha yoğun kullanmaya başladığımız Tocilizumab tedavisini 3. atakta daha fazla deneyimleyebildik. İki yoğun bakım uzmanı olarak endikasyon taşıyan yaklaşık 80 hastaya bu tedaviyi uygulayabildik. Tocilizumab alsın almasın yaklaşık 100 vakaya da kurtarma tedavisi olarak IVIG tedavisi verme imkânımız oldu.
Ağır CARDS vakası hemen tüm hastalarımıza HFNO ve gerektiğinde eş zamanlı rezervuarlı maske ile solunum desteği verdik.
Öyle dönemler oldu ki aynı odaya iki yatak koyduk, bir yoğun bakımcı 28-35 COVID hastası takip ettik.
Hasta yakınlarına bilgi verebilmek için mesaimiz 21-23 lere kadar sürdü. Anlattıkça içim sıkıldı.
Yoğun salgın koşullarında tocilizumaba ulaşma imkânı olmadığında IVIG tedavisini daha önce uyguladığımız da oldu.
IVIG tedavisini kurtarma tedavisi olarak kullandığımız için kontrollü çalışma yapmayı etik bulmadık.
Bu nedenle bu vakalarımızı retrospektif olarak taradık. İnşallah yakın bir dönemde bulgularımızı paylaşırım.
Unutmadan 3. atakta yaşlı birkaç hasta dışında immun plazma tedavisini neredeyse hiç tercih etmedik. Sevindirici sonuçlar da aldık.
25 haftalık gebeliği olan ağır CARDS tablosunda olan hastamızı HFNO+ RM desteği ile (SS:44/dk sat %89 iken acil servisten kabul ettik) acil C/S hazırlıkları yaptığımız esnada IVIG+ DEKORT, Dexmedotimidin, sağ yan pozisyon vererek, pernatoloğumuzun yoğun desteği ve yakın takibi sayesinde sat %94-95’lere yükseltebildik. Dört günlük tedavi sonrası HFNO desteği kesilebildi.6. günü servise verebildik. Miadında ve sağlıklı bir bebeği olduğunu öğrendik. 25 haftalık bir gebe hastamız RM ile sat %95 ancak 44 sol sayısı ile geldi bilat AC alt zonları %50 buzlu cam görüntüsünde idi. Yine IVIG tedavisiyle taburcu edebildik. Onun gebeliği devam ediyor. Üçüncü atakta iki yoğun bakım uzmanı arkadaşım ve birçok hemşire arkadaşım COVID ile enfekte oldular çok şükür ağır geçiren olmadı sağ salim aramıza döndüler.
Herkes kendi imkanlarınca, hislerince çabaladı bizim de kısaca özetlemek gerekirse böyleydi sürecimiz. Çok üzüldük, çok sevindik, çok yorulduk ama bu da geçti, çok şükür.
COVİD hastası bakmak o kadar içimize işlemiş ki yeni hasta profiline alışmamız bizi oldukça zorlayacak.
Siroz hastası hiç nöbet geçirir mi 12 yıllık dahiliye deneyimimde hiç görmemiştim.
Psikotik depresyon sonrası ası vakası, nerede o eski COVID’ler diyesi geliyor insanın, şaka bir yana post COVID yoğun bakımcı sendromu diye bir şey kesin var.
Çok uzatmiyim diyorum ama amaç tarihe kendimce not düşmek olunca eksikte kalsın istemedim.
Kalın sağlıcakla.
1 Ocak 2021 Cuma
"Uzun süre maske takarsan, altındaki kişiliği de unutursun."
Artık öyle bir hale geldim ki neredeyse her gün bir yakınım, tanıdığım, dönem arkadaşım enfekte oluyor ve bazıları hastalığı ağır geçiriyor, bazıları maalesef yenik düşüyor hastalığa.
Kendimce bir tedavi
algoritması oluşturdum. Çok ağır hastaların entübe olmadan kurtulduğunu
gördükçe mutlu oluyorum. Keşke yakınlarım benim kliniğime gelebilseler diyorum.
Sonra başarılı dediğim tedavi bir başkasında faydasız oluyor ya da bin bir
emekle taburcu olan hastalar hemoptiziyle, hiperkarbiyle tekrar yoğun bakımlara
geliyor. Tekrar araştırmaya başlıyorum, yine çaresizlik.
Kısıtlamanın rahatlamasını yaşadığım bu son on
günlük dönemde en azından beden yorgunluğum bir nebze de olsa azaldı. Kafa
yorgunluğum ne vakit toparlar bilemiyorum. Post travmatik stres bozukluğu böyle
bir şey mi bilmiyorum ama sürekli bir uyku hali. Kahve dışında bir şeyden zevk
almama hali. Son dokuz aydır olanlar belli ki kısa vadede değişmeyecek. Bu
nedenle bakış açımı değiştirmeliymişim öyle yazıyordu son okuduğum
kitapta.
Bir de şu yazıyordu "Uzun süre maske
takarsan, altındaki kişiliği de unutursun."
Bir film repliğiymiş. Uzun süre maske
takmaktan mıdır bilemiyorum ama nereye gideceğimi ne düşüneceğimi bilemiyorum
artık.
Önceleri beraber öğrenebileceğim ve aynı
zamanda öğretebileceğim bir ekip kurmaktı amacım. Kalite verilerini düzenli
takip edip aksayan noktaları gözlemleyip, aksayan noktalarda kök neden analizlerini
yapıp sorunlara çözüm bulmayı, iyi olduğumuz noktaları daha da geliştirmeyi amaçlamıştım.
Hemşirelerime hemen her gün eğitim verip onları kendilerini geliştirmeye
istekli hale getirmeye çalışacaktım. Yoğun bakımda takip ettiğim her hastamın
batın USG sini, akciğer USG sini yapacak hızlıdan bir EKO’sunu yapıp
hemodinamik parametrelerini takip edecek, gerektiğinde bronkoskopisini yapacak
rutin işleyişte kaçırdığım noktaları tespit etmeye çalışacaktım. İşimi iş
olmaktan çıkaracaktım.
Çocukluktan beri sürekli içimi tırmalayan sürekli
kendini geliştirme çabası bu günlerde yerini, işleri bir an önce yoluna
koyup biraz olsun dinlenebilme isteğine bıraktı. Çalıştığım hastanenin
fiziki koşulları ve tıbbi cihaz yeterliliği ve personel sayısı hayallerimi
gerçekleştirmem için harika bir ortam sunuyor. Bu satırları yazarken ve hayallerimi
bir bir sıralarken zihnim nereye gideceğimi, hedefimin ne olduğunu bana
hatırlatmaya çalışıyor sanırım.
Bu hedeflere hala ulaşmak istiyor muyum?
Emin değilim.
Tıp fakültesini kazanmak belki de çoğunuzun
olduğu gibi benim de hayalim değildi. Daha çok babamın hayaliydi. Hani bir oğlu
doktor bir oğlu avukat-hâkim olan babalar var ya hah işte o benim babam. Ben
yoksa mimardım şimdi belki de kimya öğretmeni. İkinci seçim zamanı geldiğinde
yine kendi hayalim değil eşimin telkiniyle karar vermiştim. Yoksa şimdi çoktan
genel cerrahtım. Neyse dahiliye asistanlığı da bitmiş beş yıllık uzmandım. Kitap
okuyup stabil bir memur hayatı edasında poliklinik yaparkene, daha hastalar
şikayetlerini anlatırken sekreterim ilaçları yazmaya başlamış olurdu. :)
Sonra bir şekilde yoğun bakım yan dalına
başladım ve meslek hayatımın en anlamlı ve dinamik sürecine girmiş oldum. Beş
yıldır hemen her gün yeni hastalar, yeni tanılar, aynı hastalık olsa dahi
farklı klinik seyirler, beni şaşırtan hasta ve yakınları.
Bu COVİD-19 geldikten sonra hayatımda değişimler
yaşamaya başladım. Kitaplar öyle söylediği için değil, iş yükünü kaldıramadığım
için arkadaşlarıma yakınlarıma “Hayır Demeyi Öğren!" dim.
Hayır o hastaya da bakamam çünkü gerçekten
yorgunum.
Hayır venövenözü bağlayamam çünkü çok
yorgunum.
Herkese yardım etmeye çalışmıştım, hatta bana
kötülük yapanlara dahi.
Şimdi
ise yardıma ihtiyacım olduğunda çok yardım gördüğüm söylenemezdi.
Bugün bu yazıyı yazma nedenim yeni yıla
başlangıç amacı taşımıyor.
Geçen yıl o hatayı bir kez yaptım bir daha da
yapmam herhâlde.
Özetle şöyle yazmıştım:
"Yoğun bakım derneklerinin değerli
yöneticileri, değerli hocalarım bu kursları, eğitim toplantılarını, kongreleri
online olarak da verseniz ne güzel olur."
http://www.yogunbakimkalite.com/2019/12/bir-yogun-bakm-uzmannn-fikir-ucusmalar.html
Sonrasında ne mi oldu evrene gönderdiğim mesaj
kabul oldu, malum virüs geldi. Hiçbir eğitim toplantısı yüz yüze yapılamadı. Ben
mutlu mu oldum, hayır tabiki de iki kongre ve sayısız online toplantının çoğunu
takip edemedim.
O kadar yorgundum ki hastaneden kendimi eve
attığımda saçımı kaç kere şampuanladığımı unutuyor çoğu zaman acaba vücudumu
keseledim mi acaba diye çıkıyordum duştan. Bir keresinde duştan çıktığımda
"Şarjza taktığım telefonumu elime alıp “Aaa ne güzel telefonun
saturasyonu %92 olmuş" dediğim bile oldu.
Geçen bir twette okudum, kızcağızın birinin geçen
sene yılbaşındaki isteği yurt dışına çıkabilmekmiş, benim gibi onun hayali de
gerçek olmuş şu anda İdlip'teymiş. Diyeceğim o ki hayal kurarken "ayırlısı
olsun beya" deyip geçmek en iyisi sanırım.
43 yıllık hayatım bana uzun süreçli hayaller kurmamayı öğretse de hayallerin geçerlilik süresi bu salgınla iyicene kısaldı gibi geliyor. Gün içinde tek yapabildiğim en fazla canı kurtarmaya çalışmak, sevdiklerime ve kendime bir şey olmaması için dua etmek.
Yani şu anda nereye gideceğimi bilmiyorum, bu
nedenle de hangi yoldan gittiğimin bir önemi yok gibi. Uzun süre maske takmak
belki de mecaz anlamının yanında gerçek manada da kim olduğumu, hayallerimi
unutturdu.
Bu salgın bitmeyecekse gene de hayattan zevk
alabilir miyim?
Hala hayattan zevk alabilmeyi düşünmek, doktor
arkadaşım daha dün babasını kaybetmişken, amcaoğlumun ağır akciğer tutulumu
varken bencillik mi?
Çizi reklamındaki gibi, Daha yemeğe çok
varsa?
Bu durumun daha ne kadar süreceği belli
olmadığına göre bakış açımı mı değiştirmeliyim?
Acaba nereye nasıl bakmalıyım?
Gemi/rüzgâr alegorileri beni çok etkiler. Güzel
sözlerdir. Duymayan yoktur, herhâlde.
“Gideceği limanı bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr
yardım edemez!”
Bir de bu var:
"Nereye gittiğini bilen bir yelkenlinin
önünü kesecek bir rüzgâr yoktur"
Ben nereye gideceğimi bilmiyorum. Bu aralar tek düşündüğüm bu.
Hep renkli bir hayat yaşamak
istemişimdir ama oldukça sıradan bir hayatım oldu. Ama iç
sesim hep renkliydi. Şimdilerde de onu karartmamaya çalışıyorum. Bu
sancılı bir değişim sürecinde belki de en çok sancı çeken bizler olabiliriz.
Galiba şöyle düşünmeliyiz.
Güneşin doğması yakın…
"En
karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.”
Ben ne yapıyorum bu kısıtlama günlerinde,
içten içe biliyorum ki üçüncü dalga çok da uzak değil, bu nedenle biraz enerji
depolamaya kafamı dağıtmaya çalışıyorum. Hayattan zevk alamasam da olup bitenlere
uyum sağlamaya çalışıyorum.
Biraz konuyu değiştireyim.
Eşim de giymediği ama vaz geçemediği kıyafetleri
dışında benim gibi minimalist olduğu için çok gerekli eşyalar dışında pek
mobilyamız yoktur. En son taşındığımızda kitaplarımı kutulamıştım 15’e yakın orta
boyda ilaç kutusu, çoğu da okuyamadığım kitaplar. Neredeyse iki yıldır onları
gün yüzüne çıkarma planım var. Kocaman beyaz bir kütüphaneye yerleştireceğim ve
nihayet altını çizdiğim yerleri tekrar okuyabileceğim. Bu konu her açıldığında
eşimden veto yedim. Tozlanacak o kütüphane sonuçta. Ondan ötürü!
Madem öyle bende çalışma odamda duran gardolabını
kesip kütüphaneye çevireceğimi ve kıyafetlerine yer bulmasını istediğimde bu
sefer eşim ciddi olduğumu anladı. Sunta kesmek için otomatik testere bile
aldım, depoda görebileceği bir ayak altı yere koydum. Tabi işlem toz
çıkarabilirdi. Netice itibariyle kütüphane iznini aldım.
Bir ay sonra da çekme karavan hayalimi
gerçekleştirirsem, Allah ömür verirse bir yoğun bakımcının gezi hikayelerini
de buradan paylaşabilirim.
Aslında her şeyi bırakıp küçük bir sahil
kasabasında, küçük bir yoğun bakıma mı taşınsam diye düşünmüyor değilim. Neyse
o biraz beklesin. COVİD bittiğinde varsa öyle bir hakkım, üç ay ücretsiz izin
alıp hayalini kurduğum kitabımı yazma isteğim var.
Bu gece hayata bakış açımı ancak bu
kadar değiştirebildim.
Hayallerimi biraz hızlandırmaya karar verdim.
Bu gece
de affınıza sığınarak, sizden biri olarak son dönem duygularımı paylaşmak
istedim.
Sahi bu kurak ve acımasız salgın günleriyle
sizler nasıl başa çıkıyorsunuz?
Akıl sağlığımızı koruyabilmek için bana ve
diğer yoğun bakımcılara önerileriniz neler olur?
Sağlıcakla
Popüler Sayfalar:
http://www.yogunbakimkalite.com/2020/04/dunyann-yanacag-senden-belliydi-cocuk.html
http://www.yogunbakimkalite.com/2020/03/covid-19-2020yi-yedi-bitirdi-telafisi.html
http://www.yogunbakimkalite.com/2018/12/aprv-modunu-kullanyor-musunuz.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/07/sv-tedavisini-kime-nasl-yapyorsunuz.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/07/kolloid-svlar-hangi-hastalarda-tercih.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2019/01/sv-tedavisinde-ertesi-gun-yontemi.html
4 Aralık 2020 Cuma
28 Kasım 2020 Cumartesi
YAPRAK DÖKÜMÜ
Geçen
hafta sonuydu yavruları aldım yanıma güneşli bir günde kışın belki de son
yürüyüşünü yaptık. Kestane ağaçlarının dökülen yapraklarını eze eze ittire
ittire yol almaya başladık.
Güneşte öyle güzel parlıyor, insanın içini
ısıtıyor. Ne klişe oldu ya son cümle. Olsun basit ama güzel.
Dönüşte markete uğradık belki de yeni gelecek
yasaklardan önce son defa.
Yavruların biri Amerikan kaptanını aldı, büyük
olanı da Fil Necati’nin üç boyutlu bir simülasyon uygulamasıymış onu. Bu arada
bayılıyorum bu file şu repliği güzel “Acaba başka gezegenlerde de yemek var
mıdır?”
Ben
se evde henüz kapağı açılmamış onlarca kitabım olmasına rağmen gözüm yine kitap
reyonunda.
Otuz
yaşımda başladım okumaya. Belki çok geç kalmıştım belki de tam zamanıydı.
Bazı
kitapları okurken “bunu eskiden okusaydım bana şimdi verdiği duyguları vermesi
imkansızdı” diye düşünüyorum. Yanlış zamanda okunmuş bir kitap olurdu
çoğusu.
Yani
yaklaşık 12 yıldır kitap okuyorum. Hep kişisel gelişim. Öyle ki artık aynı
örneklerden bahseden yazarlara kızıyorum.
-Sen
de mi ya!
-Yine
mi ya!
Artık başka şeyler söylemek zamanı
diyorum içimden, geçin bunları…
Sonra
düşündüm o anda sen neden hiç şiir kitabı okumadın?
Hani
kişisel olarak gelişmeye çalıştın da ne oldu? İyiliksever oldun da çalışkan
oldun da. Ne oldu?
Herkes
esnek çalıştı, düğün dernek taziyeye gitti, batak oynadı, king oynadı, sen mecburi
Coronacısın.
Çok
şükür hala sağlıklısın, çok şükür en azından bedenen 😊
Tamam
hala polisiye okumaya hazır değilsin ama şiir kitabı bir denesen.
Aaa
bak Nazım Hikmet’in kırmızı kapaklı ince bir kitabı.
46.
Baskı kesin en çok sevilen şiirleridir, muhtemelen.
Sadece
8 TL!
Aldım hemen hiçbir mısrasını bile okumaya
gerek duymadan.
Biraz
ilerde “Kürk Mantolu Madonna” kitabının yazarı Sebahattin Ali’nin
nasıl tarif etsem yarım A4 kağıdı büyüklüğünde kitapları.
Yan
yana sıkıştırılmış bir köşeye. Ya ne ünlü oldu bu adam da. Birçok yayın evinin
basımına rastladım farklı kitabevlerinde, marketlerde.
Aaa
onun da şiir kitabı varmış harika. Hem de 7,90’a.
Buna
şaşırmıştım, hemen oracıkta birkaç satır okuyim dedim. Bir de ne göreyim
çocukluğumdan beri dilimde pelesenk olan (hiç sevmem bu kelimeyi de nedense?)
birçok şarkının yazarıymış.
Dışarıda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış…
Geçmiyor günler
geçmiyor.
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler
oyalar
Aldırma gönül,
aldırma…
Görecek günler var daha
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter…
Ben gene sana
vurgunum.
Benim meskenim dağlardır.
Ne dost ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar
melankoli
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa Leylim ley
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Ayın şavkı vurur sazım
üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm
üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan
sar beni
Ben miyim cahil olan yoksa merak etmeyenin bilemeyeceği ya da duyamacağı bir şey mi bu?
Yıllardır belki de
her birimizin ezbere söyleyebileceği mısraların yazarını, adamcağızın öldüğü
yaşta öğrenmek.
Bazan hayat beni çok
şaşırtıyor. En son iki yıl önce Subhaneke ve Ettahüyatü diye ezberlediğimiz
namazda okuduğumuz duaların Kur’an ayeti olmadığını öğrendiğimde bu kadar
şaşırmıştım.
Nereden geldim buralara ben
gene. En son yavrularla yaprakları savuruyorduk, kaldırımda. Hoş bir tesadüf
oldu bu akşam. Nazım’ın şiir kitabını aldım elime. Hikayenin sonunu merak
ettiğimden değil ama hayat hikayesini bu son üç sayfaya özetlemişler. Sonra iki buçuk sayfada yazarın şiir tadında
özetlediği otobiyografisini okudum. Sonra bir sayfa daha geri geldim. Şiirin
adı “YAPRAK DÖKÜMÜ” aynı böyle tüm harfler büyük punto, Eylül 1961’de Laypzig’de yazmış. Belki de son
şiirlerinden biridir.
Önce yavrularımın fotosunu iliştireyim şuraya sonra Nazım’ın güzel şiirini.
elli bin şiir roman filân okudum yaprak
dökümünü anlatır
elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak
dökümünü
düşüşlerini
sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını
kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın
ucunda
ama yaprak
dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk
üstüne
hele o gün sancımıyorsa
yüreğim
hele sevdiğimin
beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün
insanlarla ve kendimle aram iyiyse
yaprak dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarla yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.
Nazım Hikmet
6. Eylül’61
Hayatta
aynı şeyleri görsek te, aynı şeyleri yaşasak ta, bazıları tarihe not koyar.
İyi ki de koyarlar. Şaire selam olsun. Her şey senin anlattığın gibiydi.
Hava güneşli,
Benim havam iyiydi,
Ağaçlar kestane,
Çocuklar yapraklar üzerinde,
İnsanın içinin burulmaması mümkün mü?
Bu resimler de gezinin devamından bonus olsun.
Sağlıcakla
drserdarefe@gmail.com
Kasım 2020
Hakkımda

- Dr Serdar EFE
- Daha iyi bir yoğun bakım işleyişi için heyecan duyan herkesi destek olmaya davet ediyorum. Bazı blog yazılarım bir yoğun bakımcı için hafif gelebilir, amacım ileri düzeyde akademik kafa karışıklığı yaratmak değil, aksine son literatürü de gözden geçirip, klinik deneyimlerimden de örneklerle bilgiyi kullanılabilir kılmak, hayata geçirmektir. Bu nedenle yoğun bakım eğitimim öncesi yanlışlarımı da gözden geçirerek, kritik hastayla her basamakta uğraşan sağlıkçı arkadaşlarım için de özetler vermeye çalışıyorum. Her yazımın sonunda yorum kutularını göreceksiniz, lütfen önerilerinizi, yorumlarınızı, beğeninizi ya da, eleştirilerinizi esirgemeyin. Bloğum için teknik destek almıyorum, amatörce başladım bu nedenle sayfa düzeni için önerileriniz de benim için çok önemli, saygılarımla, sağlıcakla kalın.