4 Ekim 2024 Cuma

Değerli Devlet Büyüklerine ve Şerefli Türk Halkına


Aşağıdaki yazacaklarım eleştiri amacı taşımamaktadır, kısa ve orta vadede faydalı olacağını düşündüğüm önerilerimdir.


Ben bir devlet üniversitesinde öğretim görevlisi doktorum. Üç farklı üniversitede 17 yıl hizmet verdim. Okumayı severim. Okuduklarımdan çıkardığım sonuçları öğrencilerimle paylaşmayı da. Eğer bir öğrencim anlattıklarımla Iğdır’daki annenizin şiddetli ağrısını kesebiliyorsa, Edirne’deki babanızın soluğuna bir rahat nefes olabiliyorsa, Hatay’daki bacınızın yarasını sarıp merhem olabiliyorsa, eşinizi yoğun bakımdan makinelerden daha kısa sürede çıkarıp, yoğun bakım yataklarını daha verimli kullanabiliyorsa ben bu ülkeye borcumu ödüyorumdur. Varsın ülkemin eğitim kurumları öğretim üyesi yapmaya layık görmesin, 23 yıllık hekime (öğretim görevlisi doktora), pratisyen doktor maaşı versin. Bende bilirim bir yılda yabancı dil öğrenip yurtdışına gitmeyi. İnanın benim için bu çok zor değil. Benim verdiğim sınavları başardığım zorlukları bilseniz, bunun çok da zor bir şey olmadığını bilirsiniz. Günde 16 saat ders çalışmışlığım çoktur. Neden hala gitmediğimi soran birçok yakınım oluyor.

Ülkeme yapacağım daha çok hizmet var.

Neyse konu ben değilim konumuz İsrail denen canavarın bir gün bizim üzerimize de çullanacak olması. Bu konuda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Peki biz bu adamlarla nasıl başa çıkacağız?

-          Bugün televizyona bakma gafletinde bulundum. Aman Allah’ım! Dört çocuklu kadınlar kocaya kaçıyor, küçücük çocuklara tecavüz ediliyor, boğuluyor. Yüzünde insan sıfatı olmayan katiller ve yardımcıları ekranda birbiriyle tartışıyor.

-          Masaların etrafında toplanıp yaptıkları yemekleri yemek yerine birbirini yiyen insanlar, havada uçuşan hakaretler.

-          Dört beş çift kaynana gelini güreştiren programlar.

-          Zaten obsesif insanları daha da obsesyon manyağı yapmayı hedefleyen temizlik programları.

Bunları niye anlattım bir insan çevresindeki 5 insanın ortalaması kadarmış diyorlar ya, işte biz bunları seyrede seyrede bunlar gibi olduk. Trafikte cinnet geçirmeler, tahammülsüzlükler neden zannediyorsunuz. Gençlerin bulunduğu kafelerde, spor komplekslerinde, sahil kenarlarında konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Hiç sanat yok hiç edebiyat yok, hiç bilim yok, gelecek planları yok. Tüm cümleler küfürle bitiyor. En fakir erkek çocukları da en sosyetik kız çocukları da her cümlesini küfürle başlatır, hakaretlerle bitirir olmuş.

Biz bu İsrail belasından bu şekilde kurtulamayız.

Bir oğlum üniversiteye yeni başladı. İlkokul ve ortaokul çağlarında iki oğlum daha var. Anneleri ders çalışmakta direndikleri için bazan cinnet düzeyinde kızıyor onlara. Çok üzülüyorum. Allah biliyor ya içten içe çok çalışmasınlar en çok da doktor olmasınlar istiyorum.

Meslek hayatımda deneyim kazandıkça acaba bu işi daha iyi nasıl yapabilirim diye araştırıp durdum. Ülkem için de iyi olacağını düşündüğüm önerilerimi özetlemek istiyorum.  

- Teknofest’te yaptığımız harika işleri başka alanlarda da yapalım. Selçuk Bayraktar gibi pek çok alanda ülkemizi göklere çıkaracak pek çok insan var. Onları bulalım. İnanın ülkesini seven hiç kimse bu görevden kaçmayacaktır.

Hemen bir hafta içinde geliştirmek istediğimiz tüm alan başlıklarını ilan edip E-devletten ilan edelim. Her branşta önerilen insanları saptayalım. Bu insanları siyaset gözetmeksizin her şeyin üzerinde bir konuma koyup önerilerini alalım. Her konuda geliştirme önerilerini kitaplaştıralım, kanunlaştıralım. Lütfen bunu çok hızlı yapalım. Bizi ancak bu kurtarır. Politikaları buna göre düzenleyip bu insanların online eğitimlerini tüm ilgililere, gençlere iletelim.

-          Kısa vadede belki daha da etkilisi bu boş televizyon programlarını kaldıralım.

-           Bu bir gecede resmî gazetede yayınlayarak yapabilir.

-          Sabah saatlerinde bu zekâ düşürücü terbiye ve asap bozucu yayınlar yerine ev kadınlarına balkonlarında bahçelerinde nasıl sebze yetiştireceklerini el işi yapacaklarını anlatın. Sonra da ürettiklerini devlet olarak alıp kişi başı gelirlerini arttıralım.

-          Edebiyat programları koyalım Sabahattin Ali’yi anlatalım, Necip Fazıl’ı, Halide Edip’i, Nazım’ı, Halikarnas Balıkçısını anlatalım. Vallahi de bugüne kadar neden okumadık biz bunları demezlerse üç ayda herkes müptelası olur.

-          Edebiyat kitaplarından esinlenerek kısa film yarışmaları düzenleyelim gençlere. Binlercesi film çevirsin. Yeteneklileri seçelim.  İnsanlar Amerikan filmlerinin saçmalıklarını değil bizim gerçeklerimizi izlesin.

-          Her mahallede en az iki spor alanı olsun, hiçbir şey yoksa çim ekilsin çocuklar takla atar güreş yaparlar. Uygun alan yoksa belediyeler 1 ay içinde açsın.  Her yıl binlerce futbolcu, kaleci yetiştirelim. Dünyaya ihraç edelim. On milyon nüfusu olmayan ülke takımlarına yenilmeyelim.

-          Güzel kuran okuyan kardeşlerimiz gelsinler, güzel ayetlerin anlamlarını da her gün anlatsınlar. O zaman hayra barışa yönelik işler yapıp, hak edene hakkını verip, kul hakkı yememeyi, hayvanlara iyi davranmayı, yoksulu yetimi gözetmeyi, hoş sohbet etmeyi hatırlayabiliriz.

-          İçi boş üniversiteleri tespit edin, kapatalım ya da cazip ve işler hale getirelim.  İçi boş insanları buralarda barındırmayalım.

-          Ortaöğretim seviyesinde başlayan sınav çılgınlığı birçok genç fidanın kurumasına, psikolojisinin bozulmasına ve ona hiçbir vermeyecek olan üniversite diplomaları almasına neden oluyor.

-          Eğitim fakültelerine yeni öğrenci almayın eski mezun ama atanamayanlara 6 aylık güncelleme yapıp hepsini atayalım.

-          Tüm köy okullarını açalım. Oralarda tarım öğretin onlara, verimli hayvancılık nasıl yapılır? Öğretelim.

-          Tarım ve hayvancılığın başına tarımdan gelen tarım yapan ve bundan sonra da tarım yapacak insanları getirelim. Nerede ne vakit ne ekilecek devlet belirlesin. Meyveler sebzeler çöp olmasın. Aracılar yerine devlet olsun…. vs.

-          Bazı gençlerin işi ağaç ekmek olsun. Her ağacın bir uzmanı olsun. Sen ne iş yapıyorsun diye sorsalar ben kayın ağacı uzmanıyım desin. Binlercesinin mesleği bu olsun ülkenin her yerini donatalım. Obruklar olmasın. Kimisi marangoz olsun. İnegöl gibi 30 tane ilçemiz olsun. Dünyaya ihraç edelim.

-          Binlercesi su uzmanı olsun daha lisedeyken dünyanın dört yanına gönderip su sistemlerini öğrensinler.

-          Deniz suyunu arıtmayı öğrenelim.

-          Lütfen tüm çocuklar sınavlara girip durmasın. Üniversite okuyup durmasın. Orta eğitimden sonra boyacı sıvacı olsunlar ama dünyanın en iyileri…

-          Araba tasarım eğitimleri verelim onlar ömür boyu dünyanın en iyi uçan arabalarını tasarlasınlar.

-          Orta okuldan sonra yapay zekacı olsunlar. Yapay zekâ liseleri kurun. Tek işleri ömür boyu bu olsun. Temeli verin onlar gerisini halleder.

-          Ekonomide yaptığınız gibi savunmada yaptığınız gibi yetkin insanları yetkili hale getirin lütfen.

-          Bir şeyler yapmak için çırpınan insanları bulun gel kardeşim bir fikrin mi var. Al sana yetki birlikte başaralım deyin. İnanın çoğu ek ücret almadan seve seve ülkesi için çalışacaktır.

-          Her kurumda amirler tüm çalışanlarına işleyişin nasıl daha iyi olabileceğine dair anketler yapsın.

-          Mobbing yapmaktan başka işi olmayanları eleyin. Amiri olduğu alanda yetkin olmayanları eleyin. Kurum amirlerini kurum çalışanları belirlesin. Korku değil şefkat ve liyakat hâkim olsun.

-          İsraf alanlarını en iyi o işte çalışanlar bilebilir onlara soralım, anket yapalım.  

Bu saydıklarımın çoğunu üç aylık bir süreçte planlayacak güçte olduğumuzu düşünüyorum. Tehlike yakın belki bu sene değil ama yakın bir gelecekte. Son olarak fikirlerimi özetleyerek bitireyim.

Ülkemizde her alanda işini en iyi yapanlar kimler onları bulalım. Onların belirlediği şekilde eğitimleri düzenleyelim. Boşu boşuna eğitimden hedef odaklı eğitime geçelim. Liseyi bitiren gençler branşlarını çoktan belirlemişler sevdikleri konuda eğitim almış olsunlar. Lise bittiğinde gelir elde edebilecek donanıma sahip olsunlar. Ondan sonra alanlarında başarılı olan, olanla yetinmeyenler ama başarılı olduğunu kanıtlayanlar, araştırma yapmak üzere üniversitelere geçsinler. Sınav derdi kalmasın.

Her şey eğitim ve işi bilene vermekte bitiyor gibi.

Bizim çok ama çok acilen harekete geçmemiz gerekiyor. Ben Azerbaycan’da Hocalı katliamı olduğunda sanırım 10 yaşındaydım. Her Cuma namazında her teravih namazında Ermenilere lanetler okunuyordu. Dualarımızın kabul olması 35 yıl sürdü. Birkaç iyi adam SİHA’ları üretti o insanlara hakkettiği cezayı verip Türk Toprağını kurtarabildi. Ve belki nicelerini.  O kadar vaktimiz yok farkındaysanız. Bir yıldır da İsrail’in caniliğine beddualar okuyor. Futbol turnuvaları için heyecan duyabiliyoruz. Ateş düştüğü yeri yakıyor ve o ateş artık bize o kadar da uzak değil.

Topyekün birlik olmak birlikte olmak zorundayız.

Batı Trakya, Adalar, Suriye, Irak, Kıbrıs ve büyük ihtimalle Ermenistan Amerikan askerleri ve cephanelikleriyle dolmuş taşmak üzere. Hedef çoktan belli değil mi? Devletimiz bunun çoktan beri farkında gerekli askeri önlemleri aldıklarını biliyoruz. Ama bunun farkına tüm toplum olarak varmalıyız. 

Vakit çekirdek çitleyip, ne kadar da yaklaştılar deme vakti değil.

Çocuklarımın geleceği için çok endişeliyim.

Bir an önce milli gelirimizi arttırıp hep birlikte birlik olarak güçlenmeliyiz.

İki üç yılda 30 yıllık yol almalıyız.

Daha önce yaptık yine yaparız. Birbirimizle çatışmayı bırakalım. Aklın yolunda buluşalım.

Allah aşkına Kuranı Kerimi açıp okuyun bir kere, Allah aşkına Atatürk’ün, şehitlerimizin, gazilerimizin fedakarlıklarını düşünün Nutuk’u okuyun bir kere. Bir ayınızı almaz.

Umarım bu yazdıklarım küçük de olsa bir ateş yakar, farkındalık yaratır.

Sağlıcakla.

                                                                                                                                        drserdarefe@gmail.com


24 Eylül 2024 Salı

Ya bu güne kadar nerelerdeydin hocam? Sonuna kadar destekçinim.

 


Dergi Yayıncıları Antitröst Gerekçesiyle Dava Edildi


Davada yayıncıların Sherman Yasası'nın 1. Bölümünü ihlal ederek işbirliği yaptıkları iddiasıyla suçlandığı ve "bilimsel araştırmalara fon sağlayacak milyarlarca doları yasadışı olarak gasp etmek için komplo kurdukları" belirtildi.New York'taki federal bölge mahkemesinde açılan davanın tamamı burada okunabilir . Yayıncıların "planının" anlatıldığı ilk paragraflar iyi bir okumadır:

Yayımcı Davalıların Planı'nın üç temel bileşeni vardır.

 İlk olarak, Yayımcı Davalılar akademisyenlere emekleri için tazminat ödememeyi, özellikle de hakem değerlendirme hizmetleri için ödeme yapmamayı kabul ettiler ("Ücretsiz Hakem Değerlendirme Kuralı"). Başka bir deyişle, Yayımcı Davalılar hakem değerlendirme hizmetlerinin fiyatını sıfıra sabitlemeyi kabul ettiler. Yayımcı Davalılar ayrıca akademisyenleri, ödenmemiş emeklerini, el yazmalarını Yayımcı Davalıların dergilerinde yayınlama yetenekleriyle açıkça ilişkilendirerek emeklerini hiçbir şey karşılığında sağlamaya zorlamayı kabul ettiler. Akademinin "yayınla ya da yok ol" dünyasında, Yayımcı Davalılar esasen akademisyenlerin kariyerlerini rehin tutmayı kabul ettiler, böylece Yayımcı Davalılar onları değerli emeklerini ücretsiz sağlamaya zorlayabilirdi.

İkinci olarak, Yayımcı Davalılar, akademisyenlerin makalelerini aynı anda yalnızca bir dergiye göndermelerini zorunlu kılarak makaleler için birbirleriyle rekabet etmemeyi kabul ettiler (“Tek Gönderim Kuralı”). Tek Gönderim Kuralı, Yayımcı Davalılar arasındaki rekabeti önemli ölçüde azaltır, makaleleri derhal inceleme ve değerli araştırmaları hızlı bir şekilde yayınlama teşviklerini önemli ölçüde azaltır. Tek Gönderim Kuralı ayrıca akademisyenleri, birden fazla dergi makalelerini yayınlamayı teklif etseydi sahip olacakları pazarlık gücünden mahrum eder. Bu nedenle, Yayımcı Davalılar, bir makale yayınlamayı teklif ettiklerinde, gönderen akademisyenin uygulanabilir bir alternatifi olmadığını ve Yayımcı Davalının daha sonra yayın şartlarını dikte edebileceğini bilirler.

Üçüncüsü, Yayımcı Davalılar, akademisyenlerin, gönderilen yazılarda açıklanan bilimsel gelişmeleri, bu yazılar hakem incelemesi altındayken serbestçe paylaşmalarını yasaklamayı kabul ettiler; bu süreç genellikle bir yıldan fazla sürer ("Gag Kuralı"). Akademisyenler yayımlanmak üzere yazılar sundukları andan itibaren, Yayımcı Davalılar, yazılarda belirtilen bilimsel gelişmelerin kendi mülkleriymiş ve yalnızca Yayımcı Davalılar izin verirse paylaşılacakmış gibi davranırlar. Dahası, Yayımcı Davalılar yayımlanmak üzere yazılar seçtiğinde, Yayımcı Davalılar genellikle akademisyenlerin karşılığında hiçbir şey almadan tüm fikri mülkiyet haklarını devretmelerini isterler. Daha sonra yazılar Yayımcı Davalıların gerçek mülkü haline gelir ve Yayımcı Davalılar, bu bilimsel bilgiye erişim için piyasanın karşılayabileceği maksimum ücreti talep eder.

Davacı “üç katı tazminat, ihtiyati tedbir ve diğer tazminatları talep ediyor.”

Bu haberi paylaşan felsefe profesörü, olaya karışan hukuk firmalarından birindeki bir avukatın arkadaşıdır ve davaya katılmak üzere beşeri bilimler alanında daha fazla insan aradıklarını iletir. Onlarla siteleri üzerinden iletişime geçebilirsiniz .

3 Ağustos 2024 Cumartesi

Testini yapmadığın konuda fikir belirtmek hata mıdır?

 

Geçen günlerde katıldığım bir makale yazma eğitiminde “testini yapmadığın konuda fikir belirtmek hatadır, p değeri ile destekle” dendi. Bu tabiki bilimsel açıdan doğru, p değeriyle deseteklemediğin şeyleri nasıl kanıtlayacaksın?  Geçen yıl genel cerrahi yoğun bakımda bir kalite çalışması yaptım. Benden önce çalışma düzeni açık stildeydi. Benden sonra çalışma stili yarı açık stile evrildi. Yatış çıkış kararları ilgili Anabilim Dalının Öğretim Üyeleri tarafından yapıldı. Sabahları gelip kendi hastalarının vizitlerini yaptılar. Sonrasında ben yoğun bakımcı gözüyle hastalara tekrar vizit yapıp orderları düzenledim. Hastaların gün içinde takiplerini yapıp hasta yakınlarını ayrıca bilgilendirdim. Altı aylık çalışmam sonrası nelerin değiştiğini ölçebilmek için göreve başlamamın öncesindeki altı ayda kalite verilerini derledim ve iki dönem arasında kıyasladım. Özetle yoğun bakımda kalış süresinde, mekanik ventilasyon süresinde, mekanik ventilasyon kullanım oranında anlamlı azalma oldu. Yoğun bakım doluluk oranı %110 civarlarındayken %92 ye geriledi. Bir yoğun bakım yatağından faydalanan hasta sayısında yatak başına 4 hasta artış oldu. Hem yatak devir hızı arttı hem de acil yatak gerektiğinde hastalara kolaylıkla yer bulunabildi. Yatak kullanım verimliliği arttı. İstatistiksel anlamlılık olmasa da kateter enfeksiyonu %8.5’ten %4’e geriledi. Beyin ölümü tanısı alan hasta sayısı arttı…vs.

Topladığım verilerin analizini yapıp ilgili kliniğe sonuçlarla ilgili sunum yaptığımda, “Tamam çok güzel ama bunları nasıl yaptık, ne değişti?” diye bir soru geldi. Aslında nelerin değiştiğini makeleme güzelce yazmıştım ama p değeriyle destekleyemediğim için bir anlamı yoktu? Danıştığım hocalarım ve hakemler öyle düşündüğü için bu paragrafları teker teker çıkardım. Aklıma takılan konu bu. Ben bu çalışmayı kendimi övmek ya da yoğun bakımcının farkını göstermek için yapmadım. Aslında nelerin değiştiğini anlatmayı daha çok isterdim ve böylelikle genel cerrahi alanına bir katkım olsun isterdim. Yeni bir başlık atmam gerekirse bir yoğun bakımcı 3. basamak bir Genel Cerrahi Yoğun Bakımda neyi farklı yapıyor, özetleyeyim de içim de kalmasın.

Ülkemizin çoğu yerinde gördüğüm kadarıyla YB hastaları sürekli ve nispeten ihtiyaçlarının üzerinde idame mayi almakta ve hipervolemiye maruz kalmakta. Sıvının içeriği de genellikle %0.9 NaCl. Bu durum hem sıvı akümülasyon sendromuna neden oluyor (bu konuya başka bir yazımda ayrıntılı değinmiştim) hem de hipercloremik metabolik asidoza neden oluyordu.

*** Öncelikle stabil hastalarda sıvı rejimini hastaların mevcut kilolarına göre 30ml/kg olacak şekilde planladım. AKG değerleri doğal sınırlarda ise SF+ Ringer Laktat veya İsolyt-S, metabolik alkalozu varsa SF, metabolik asidozu varsa RL ya da hiperglisemik ya da KC yetmezliği, MODS tabloları varsa isolayt-S olacak şekilde düzenledim. Hastların sıvı yüklenmeleri geriledikçe ekstübe olmaları kolaylaştı. Cilt ödem azaldığı için basıyarası oranı da azaldı.

 *** Günlük sedasyon tatilleri ve spontan solunum denemeleri YB uzmanları için rutin bir iş olsa da bu konuda eğitimi olmayan, bilim dalı ne olursa olsun, asistanlar için çok da kolay değil. Hangi sedatif, analjeziklerin hatta kas gevşeticilerin birlikte kullanılacağı bunların nasıl başlanıp nasıl kesileceği ayrı bir sanat.

 *** Nazal yüksek akım oksijen (HFNO) tedavisinin erken başlanması ağır pankreatit, diyabetik ketoasidoz ve bazı septik şok tablolarında metabolik nedenlerin neden olduğu sekonder solunum yetmezliğinin entübasyona gidişini engelleyebildi. Bununla birlikte hastaların daha erken dönemde ekstübe olabilmesini sağladı ya da reentübe olma ihtimali olan hastaları toparlayabildi. Entübasyon oranındaki azalma, MV süresindeki kısalma yatış süresini kısaltmış, buna bağlı bakım ilişkili enfeksiyon oranlarında da azalma olmuş, beklenene göre gözlenen mortalitede belirgin düşme sağlanmıştı.

*** Yoğun bakım tedavilerinden fayda göremeyecek kadar ağır ve tüm çabaların tüketildiği vakalarda bu hastalara kaliteli bir ölüm süreci sağlanması özellikle palyatif bakım yatağı olmayan üniversite hastanelerinde büyük önem taşıyor. Hem bu hastalar gereksiz invaziv işlemlerden gereksiz acilardan kurtulabiliyor hem de YB tedavilerinden fayda görecek hastalar için yatak sıkıntısı çekilmiyor.

 *** Analjezi tedavi rejimini de daha önce yine bir yazımda özetlediğim şekilde değiştirdim.  Dört doz Contramal+ üç doz NSAİİ+ dört doz Parasetamol şeklinde olan major cerrahi postop ordırlarını sadece fentanil infüzyonu (genellikle 24-36 saatte kesildi) olacak şekilde değiştirdim. Non-steroidlerin birçok olası yan etkisinden kaçınıldığı gibi, hemşirelerin kateterlerden 11 kez ilaç takmaları gerekmedi, maliyet de azaldı.

 *** Beslenme riskini Nütric Skora göre değerlendirip riski yüksek saptanan hastalara beslenme tedavisi başladım. Bir hocamız kendilerinden daha erken dönemde beslenmeye başladığımı söylemişti.

 *** Günde 3 kez rutin çalışılan AKG tetkik sayısı gerekmedilkçe günde bire düşüldü ve çoğu zaman venöz çalışıldı. Muhtemelen iyatrojenik olarak neden olduğumuz anemi de azalmış olabilir.

Sizlere p değeri olmayan uygulama değişikliklerimi özetlemeye çalıştım. 


Bunların hangisi neyi ne kadar düzeltmiştir, yorumlamak zor ancak açık stilde çalışan yoğun bakımlarımızın sayısını azaltmamız gerek. Bir yıllık cerrahi yoğun bakım deneyimimde tabi ki bazen sıvı tedavisi analjezi tedavisi gibi noktalarda farklı görüşlerimizin olduğu hastalar oldu karşılıklı hoşgörü ile çatışma yaşamadan orta noktayı bulabildik.

 Üniversitelerde farklı branşların farklı isimlerde yoğun bakımları var. Ben genel cerrahiden bahsettim ama beyin cerrahi, nöroloji, kadın doğum, iç hastalıkları…. vs  gibi pek çok YB ünitesi açık YB stilinde hizmet veriyor. Kısa vadede YB uzmanı sayısını arttıramıyoruz. Acaba diyorum Amerikada cerrahi branşlarda olduğu gibi 1 yıllık etkin yoğun bakım rotasyonu sonrasında sınavla yapılacak sertifikasyon, YB hasta bakım kalitesini arttırır mı? Şimdi bunun da p değeri yok ama arttıracağı kesin.  Ülkemizde cerrahi branşlarda iş stresinin yükselmesine rağmen gelirlerin düşük kalması pek çok meslektaşımızı YB alanına yönlendirebilir.

­Bir kalite çalışması yapınca aslında servisinizin bir durum tespitini yapmış oluyorsunuz. Başaramadıklarım da vardı. Örneğin kateter kullanım oranını %1 bile azaltamamıştım. Şehir hastanesinde bunu yapmanız kolay kapalı YB stilinde çalışıyorsunuz, patron sizsiniz. Ancak üniversite hastanelerinde ise nöbet şartlarında genellikle asistan hekimler endikasyonu koyup taktıkları için bu kısma çok müdahil olmadım. Bu nedenle aslında tüm yoğun bakımlarda olduğu gibi burada da hem arteriyel hem de venöz kateter takma gerekliliği ve gereği kalmadığında çıkarılması konusunda eğitime daha çok önem verilmesi gerekliliğini bir kez daha yaşadım. Daha önce de defalarca anlatmıştım ama yazılarımı yeni okuyanlar için bir anımı anlatıp bitireyim. Yan dala yeni başladığım dönem kateter enfeksiyon oranları oldukça yüksek son 3 aylık %12,4 gibi. Kendime iş edindim literatürü taradım, neler yapmışlar diye. Maske, bone, eldiven steril örtü, metal kap vs kullandım. Mümkün olduğunca kateterleri hep kendim taktım. Üç ay sonraki enfeksiyon komitesine içimde bir huzurla gittim acaba % kaça düşmüştü? Sıra bizim YB’ye gelince alnımdan vurulmuşa döndüm. O da ne oran %12,5!

Demek ki yanlış yere odaklanmıştım. Her şey steril takmakla ve aynı kişinin takmasıyla ilgili değildi. Bir makalede “gözlenen enfeksiyon oranınızı azaltamıyorsanız beklenen oranı azaltın” diyordu.  Ben de öyle yaptım. Kateter kullanım ve çekme şartlarını hemşirelere anlattım. Buna göre kateter talebi yapmalarını istedim. Bir üç ay sonraki kateter takma oranında %25, kateter enfeksiyon oranında ise %4 düşme olmuştu. Düşüş oranı iyidi ama halen çok yüksekti. Çare bulamadığım şeyler, YB’nin fiziki şartları ve maalesef üç hastaya bir hemşire düşmesiydi, yani kateter bakımında zaafiyetimiz vardı. Yıllar geçip de şehir hastanesine geçtiğimde 2 hasta bakan hemşireler, 40 m2’lik tekli ve neredeyse tamamı negatif basınçlı hasta odalarıyla, karşılaşınca, neden buralarda enfeksiyon oranlarının çok daha düşük olduğunu anladım. Ayrıca oda bakım hizmetlisi ayrı, temizlik personeli ayrı, transport personeli ayrı.

Yoğun bakımlarımızda fiziki yapıyı, personel durumunu ve ekipman durumunu iyileştirilmek her zaman mümkün olmayabilir ama yoğun bakım süreçlerimizin kalitesini geliştirmek elimizde.

Bunu yapabilmek için önce ne durumda olduğumuzun selfisini çekmeliyiz.

Var mısınız?

Sağlıcakla.

 

Hatalıysam lütfen  serdarefe@uludag.edu.tr adresine bildiriniz.  

25 Temmuz 2024 Perşembe

Kelimesi Olmayan Duygular

 

Bazı kelimeler hep gözümüzün önünde ama onlara farklı gözle baktığımızda farklı zenginlikleri ortaya çıkıyor, aynı hayat gibi. Bir konuyu kafaya taktığınızda, dert edindiğinizde, ondaki güzelllikleri kavrayabiliyorsunuz. Durup düşündüğünüzde ve bazen kazıp çıkardığınızda Göbeklitepe’nin kumlarını üfleyip eler gibi. Son günlerde kelimelere farklı şekilde bakan insanların yorumları karşıma sık çıkar oldu, belki de algoritmaların işidir. Bazı kelimelerden bir harf attığınızda manidar değişiklikler olabiliyor.

En çok hoşuma gidenini Sinan Canan’dan duymuştum:

      Ya cesaret ya esaret!

                         

 Yine Mümin Sekman’dan bir tespit:

      Çalışkanlığın temeli alışkanlıktır!

      'Çalışkanlık' kelimesi 11 harften oluşur ve bu 11 harfin 10'u 'alışkanlık'tır!

Bugün de Zülfü Livaneli’nin tespitlerine bakarken çok hoşuma giden bir cümle çıktı karşıma aynen aktarıyorum:

       Kelimelerin tarih ve kültür içinde kazandığı anlamlar var, hiçbirini feda edemezsiniz. Örneğin kalp, gönül ve yürek aynı anlamı içerir gibi görünür ama kalpsiz, gönülsüz ve yüreksiz derseniz birbirinden çok uzak anlamlara gelir. Şimdi bütün bu zenginliği atıpda bir kavramı tek kelimeyle karşılayabilir misiniz?

Bu okuduğum paragrafın tadını çıkarırken “kelimesi olmayan duygular” geldi aklıma.  

                                             Cengiz Aytmatov şöyle demişti?


     Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. Gerek de yoktur...!

Şimdi bu güçlü yargı cümlesinin üzerine ne söylesem hafif kaçacak 😊

Gerçekten gerek yok mudur bilmem ama nedense kendime dert edindim kelime öksüzü duyguları şöyle bir taradım.

Belki yazma sevdam yüzünden belki de bir gün yaşamımın sonuna geldiğimde kelimelendirilmemiş düşüncem kalmasını istediğim için. Düşüncelerimi, hikayelerimi paylaştığım zaman değer kazandıklarını hissediyorum. Birisine fikir olmak istiyorum, diğerinin yüzünde ufak bir gülümseme olmak, ötekine vallahi benim aklıma gelmişti dedirtmek, berikine bizimki yine döktürmüş dedirtmek…

Yine Zülfü Livaneli’nin bir tespiti; toplumun büyük çoğunluğunun kelime sefaleti yaşadığını 200 kelimeyle düşünce üretme çalıştığını belirtmiş. İlk blog yazılarımı yazmaya başladığımda öyle bir program vardı aradım bulamadım şimdi. Bir blog yazısında kaç farklı kelime kullandığımı ölçüyordum. Hemen aklıma Chat GPT-4’de sormak geldi. Eski blog yazılarımdan birini verdim, hadi bana sayıver dedim. Önce ekran sanki cevap verecekmiş gibi baya bir döndü. Beyni yandı galibe denecek bir süre sonunda para istedi 😊. Acaba gerçekten para versem hemen cevap verecek miydi? Yoksa bu konuda bir fikri yoktu da zaman kazanmak için bana öyle mi dedi bilemedim.

  Neyse şimdi size aslında diğer kültürlerde kelimesi olan ama bizim kafa yormadığımız duygular vereceğim ve onların hangi kelime olduğunu tahmin etmenizi isteyeceğim. Ama bakmadan.

      Hayatı şu anda doyasıya yaşamak [1] “Car pe diem” değil ama.

      Ağaçların arasından süzülen güneş ışığı [2]

      Yakın arkadaşınızın hareketlerinden konuşmasa da ne düşündüğünü anlamak [3]

      Bir başkası adına utanmak [4]

  Başka bir yerde iyi hissedecekmişiz gibi bir ruh halinde olmak [5] Bu benim her zamanki halim😊 (Lütfen bu emojiyle biten cümleyi bilgisayarınıza sesli okutarak dinleyin; çok hoşunuza gideceğine eminim.) Uzman doktor olduktan sonra 14 yılda on farklı hastanede çalışmayı başararak belki de kırılması zor bir rekora imza atmış olabilirim.  

      Elimizde olmadığı için zamanında yapamadığımız şeyler için acı çekmek [6] Sene 2009 hiç unutmuyorum Hematoloji Hocamız Zafer Gülbaş, buradan saygılarımı gönderiyorum, örnek aldığım çok değerli hocalarımın başında gelir.  Bizi karşısına aldı uzmanlık sınavına gireceğimiz dönem "Sizi Amerikaya göndereyim, orada yoğun bakım eğitimi alın gelin" dedi. Ne güzel bir teklifmiş. Aklıma geldikçe içim cız eder. O vakit paraya ihtiyacım vardı, muayenehane hayali vs.

      Kusurlu güzelliğin, göşterişten uzak ve minimalist yaşamanın daha estetik olduğu düşüncesi, hatta bazı Japonlar kırıp yapıştırırlarmış seramikleri [Kaç oldu? 7]

      Kısa süre sonra sonlanacağını bildiğin halde o anın tadını sonuna kadar çıkarmak [8] Bunu bilirsiniz Çokokrem tüpü.

      Yaşanan kötü olaylara rağmen hayata sarılmak [9]

      Kahve molası [10] Kafe açmak isteyeniniz varsa çok güzel isim olur. Belki de vardır zaten.

   Elinde bira şişesiyle güneşli bir günde havanın tadını çıkarmak [11] Bira deyince aklıma geldi. Geçen günü nereden aklıma geldiyse 30 yıllık yazlıgımızın balkonuna çamaşır askısı monte etmek geldi aklıma. A101’e girdim ama ne ip ne de mandal bulabildim, sadece küçük bir mandal sepeti vardı. Bir umut kasaya gidince kasiyere “sepetini buldum ama mandal yok galiba” dedim. “Evet sepeti var ama mandal yok dedi” olmak zorunda mı dercesine. Biraz alındım ama gittim ben de Migrostan aldım. Sonra sahile gittim içim kıyıldı bir bira tabağı sipariş ettim, tabak geldi ama hiç bira içesim yok. N’apcaz şimdi, zorundamıyım? 😊

      Yaşamın dertlerinden uzaklaşmak [12]

      Gündelik rutinden uzaklaşmak [13]

      Yeni bir kitap alıp okunmamış diğer kitaplar arasına koymak [14] Bu tam benlik.

      Yemek bittikten sonra masada yapılan muhabbet [15]

      Bir kişiye sarılma arzusu [16]

      Amaçsız ve plansız şekilde dünya seyahati yapma isteği [17]

      Bak bu çok var. Başkasının acısından zevk almak [18]

                   Sizin bildiğiniz kelimesiz duygular var mı?

Uteplis, Ukiyo, Datsuzoku, Fika, Cigulomania, Schadenfreude, Torimodosu, Aware, Vabi-sabi, Erlebnis, Fernwell, Wanderlust, Tusundoku, Sobremesa, Litost,  Komerebi,  Ah-un,  isildemek. 

Yukarıda sözü geçen ve geçmeyen birçok duygu bizim dilimizde öksüz kalmış ama özellikle Japonlar nedense çoğuna bir isim koymuşlar. Çoğu kulağa pek hoş gelmediği için sanırım dilimize geçmemiştir diye düşündüm. Belki de Aytmatov gerçekten haklıydı.


Ha bir de  (sözüm meclisten dışarı), fikrini paylaşmaya, yorum yapmaya, beğen tuşuna basmaya korkma duygusuna da tek kelimelik bir isim koysak fena olmayacak ;) 

Sağlıcakla.