4 Aralık 2020 Cuma
28 Kasım 2020 Cumartesi
YAPRAK DÖKÜMÜ
Geçen
hafta sonuydu yavruları aldım yanıma güneşli bir günde kışın belki de son
yürüyüşünü yaptık. Kestane ağaçlarının dökülen yapraklarını eze eze ittire
ittire yol almaya başladık.
Güneşte öyle güzel parlıyor, insanın içini
ısıtıyor. Ne klişe oldu ya son cümle. Olsun basit ama güzel.
Dönüşte markete uğradık belki de yeni gelecek
yasaklardan önce son defa.
Yavruların biri Amerikan kaptanını aldı, büyük
olanı da Fil Necati’nin üç boyutlu bir simülasyon uygulamasıymış onu. Bu arada
bayılıyorum bu file şu repliği güzel “Acaba başka gezegenlerde de yemek var
mıdır?”
Ben
se evde henüz kapağı açılmamış onlarca kitabım olmasına rağmen gözüm yine kitap
reyonunda.
Otuz
yaşımda başladım okumaya. Belki çok geç kalmıştım belki de tam zamanıydı.
Bazı
kitapları okurken “bunu eskiden okusaydım bana şimdi verdiği duyguları vermesi
imkansızdı” diye düşünüyorum. Yanlış zamanda okunmuş bir kitap olurdu
çoğusu.
Yani
yaklaşık 12 yıldır kitap okuyorum. Hep kişisel gelişim. Öyle ki artık aynı
örneklerden bahseden yazarlara kızıyorum.
-Sen
de mi ya!
-Yine
mi ya!
Artık başka şeyler söylemek zamanı
diyorum içimden, geçin bunları…
Sonra
düşündüm o anda sen neden hiç şiir kitabı okumadın?
Hani
kişisel olarak gelişmeye çalıştın da ne oldu? İyiliksever oldun da çalışkan
oldun da. Ne oldu?
Herkes
esnek çalıştı, düğün dernek taziyeye gitti, batak oynadı, king oynadı, sen mecburi
Coronacısın.
Çok
şükür hala sağlıklısın, çok şükür en azından bedenen 😊
Tamam
hala polisiye okumaya hazır değilsin ama şiir kitabı bir denesen.
Aaa
bak Nazım Hikmet’in kırmızı kapaklı ince bir kitabı.
46.
Baskı kesin en çok sevilen şiirleridir, muhtemelen.
Sadece
8 TL!
Aldım hemen hiçbir mısrasını bile okumaya
gerek duymadan.
Biraz
ilerde “Kürk Mantolu Madonna” kitabının yazarı Sebahattin Ali’nin
nasıl tarif etsem yarım A4 kağıdı büyüklüğünde kitapları.
Yan
yana sıkıştırılmış bir köşeye. Ya ne ünlü oldu bu adam da. Birçok yayın evinin
basımına rastladım farklı kitabevlerinde, marketlerde.
Aaa
onun da şiir kitabı varmış harika. Hem de 7,90’a.
Buna
şaşırmıştım, hemen oracıkta birkaç satır okuyim dedim. Bir de ne göreyim
çocukluğumdan beri dilimde pelesenk olan (hiç sevmem bu kelimeyi de nedense?)
birçok şarkının yazarıymış.
Dışarıda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış…
Geçmiyor günler
geçmiyor.
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler
oyalar
Aldırma gönül,
aldırma…
Görecek günler var daha
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter…
Ben gene sana
vurgunum.
Benim meskenim dağlardır.
Ne dost ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar
melankoli
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa Leylim ley
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Ayın şavkı vurur sazım
üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm
üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan
sar beni
Ben miyim cahil olan yoksa merak etmeyenin bilemeyeceği ya da duyamacağı bir şey mi bu?
Yıllardır belki de
her birimizin ezbere söyleyebileceği mısraların yazarını, adamcağızın öldüğü
yaşta öğrenmek.
Bazan hayat beni çok
şaşırtıyor. En son iki yıl önce Subhaneke ve Ettahüyatü diye ezberlediğimiz
namazda okuduğumuz duaların Kur’an ayeti olmadığını öğrendiğimde bu kadar
şaşırmıştım.
Nereden geldim buralara ben
gene. En son yavrularla yaprakları savuruyorduk, kaldırımda. Hoş bir tesadüf
oldu bu akşam. Nazım’ın şiir kitabını aldım elime. Hikayenin sonunu merak
ettiğimden değil ama hayat hikayesini bu son üç sayfaya özetlemişler. Sonra iki buçuk sayfada yazarın şiir tadında
özetlediği otobiyografisini okudum. Sonra bir sayfa daha geri geldim. Şiirin
adı “YAPRAK DÖKÜMÜ” aynı böyle tüm harfler büyük punto, Eylül 1961’de Laypzig’de yazmış. Belki de son
şiirlerinden biridir.
Önce yavrularımın fotosunu iliştireyim şuraya sonra Nazım’ın güzel şiirini.
elli bin şiir roman filân okudum yaprak
dökümünü anlatır
elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak
dökümünü
düşüşlerini
sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını
kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın
ucunda
ama yaprak
dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk
üstüne
hele o gün sancımıyorsa
yüreğim
hele sevdiğimin
beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün
insanlarla ve kendimle aram iyiyse
yaprak dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarla yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.
Nazım Hikmet
6. Eylül’61
Hayatta
aynı şeyleri görsek te, aynı şeyleri yaşasak ta, bazıları tarihe not koyar.
İyi ki de koyarlar. Şaire selam olsun. Her şey senin anlattığın gibiydi.
Hava güneşli,
Benim havam iyiydi,
Ağaçlar kestane,
Çocuklar yapraklar üzerinde,
İnsanın içinin burulmaması mümkün mü?
Bu resimler de gezinin devamından bonus olsun.
Sağlıcakla
drserdarefe@gmail.com
Kasım 2020
25 Ekim 2020 Pazar
Entübasyon erken olmasın, geçe de kalmasın. Keyifli bir yazı olmuş.
"Sessiz hipoksemi" ve COVID-19 entübasyon
- Chris Nickson , Jack Iwashyna , MD ve Paul Young
- 25 Eyl 2020
COVID-19: Bebeği banyoda tutmak (2. Bölüm)
Hayat kısa ve sanat uzun, fırsatlar uçup gidiyor, deneyler tehlikeli ve yargılama zor
Hipokrat
Lütfen efendim, biraz ketamin ve mavi puro alabilir miyim
... kavgacı, heyecanlı, hipoksik hastanın gerçekte ne anlama geldiği (Dr Cliff Reid'e ( @cliffreid) göre ; "mavi puro" endotrakeal tüp için konuşma dilinde bir terimdir)
https://litfl.com/silent-hypoxaemia-and-covid-19-intubation/
17 Eylül 2020 Perşembe
15 Eylül 2020 Salı
Kimine düğün, kimine ...
Yazmak hep aklımın bir kenarında olmasına rağmen yazmanın beni rahatlatamayacağı kadar yorucu ve bitik günler yaşadım. Günü kazasız belasız atlatmak derler ya hemen her günü çok şükür bugün de bitti, dinlenebileceğim diye bitirdim.
Mart 18 de ilk malum virüs vakamızı aldığımızdan beri ortalama günlük en fazla vaka sayımız 5 iken son bir aylık dönemde sadece bir gecede 4-5 ağır COVID- ARDS vakası almaya başladım.
Önceden şüpheli vakaları ekarte etmek için verdiğim emeği şimdi pozitif yeni ağır vakalar için vermeye başladım. Olağanüstü zamanlardan geçerken hele yoğun bakım uzmanıyken konforumun peşimden koşturacak halim yoktu ama 34 yatağa tek başıma bakarken 25’i pozitif bir de icapçısın deyip akşamın bir saatinde evimde biraz olsun dinleneyim diye uğraşırken, 500 metre ilerdeki yoğun bakıma hasta almam istendiğinde hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yapıp “yeter artık üstüme bu kadar da gelmeyin!!!” deyip telefonu kapattım, mesleğimi sorgular hale geldim.
Yazdıkça aklıma geliyor, yine bugünlerde beni üzen başka bir olay daha oldu. Alnımdaki çizgilerde saçımdaki beyazlarda yer eden; 6 yıl tıp eğitimimi ve 5,5 yıl iç hastalıkları asistanlığını yaptığım (o zamanlar 5 yıldı normal süreç) Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim görevlisi kadrosu için beklediğim kadronun açılmadığını öğrendim.
Şimdi bile yazarken içim ürperiyor. Üç yıldır iç hastalıklarından hocalarımla sağ olsunlar sürekli irtibat halindeydik, hatta olur mu diye zorunlu hizmet için bile beni alıp rektörlüğe götürdüler, böyle bir şey mümkün değil sen zorunlu hizmetini bitir gel zaten ihtiyaç var diyen yöneticilerimiz görüşme talebini bile kabul etmediler, puanım fazlasıyla yeterli olmasına rağmen bazı hocalarımız yetersiz olduğunu iddia edip işi yokuşa sürdüler.
Benim ilk eşimden yavrum da Eskişehir’de yaşıyor bu nedenle biraz olsun yakınında kalmaktı arzum. Edirne’de yoğun bakım yan dalımı yaparken üniversitemizin daha öncesinde otopark olarak kullanılan alanına yapılan yoğun bakım hastanesinin inşaatının etrafında dolanırdım izine her geldiğimde. Camları da takılmış, eski hastane bloğuna bağlantı da yapılmış…..
Açılış süreci uzadıkça ya derdim Yüce Mevla’m bu kadar mı olur tam ben yoğun
bakımcı oldum yeni hastane nasip ettin. Benim zorunlu hizmetimin bitmesine anca
yetişecek. Bu yoğun bakım hastanesinde de Üniversitemiz’in Kurucu Rektörü
merhum gastroenteroloji hocamız Esat ERENOĞLU hocamızın adı
yaşatılacak, benim de vizitlerine derslerine katılma imkanı bulduğum değerli hocamızı
rahmetle anıyorum.
Yani benim için süreç aklımda sadece
zaman meselesiydi. Zaman geldi, dosyamı verdim, hani o ilanlar var ya bir
arkadaşımın tabiri ile “kırmızı gözlüklü yoğun bakım uzmanı olmak” diye
beklerken hiçbir şey olmadı ilana çıkıldı ama ismim yoktu. Bu konuda hiç kimseye kırgın ya da kızgın değilim, işte şu
hoca istememiş, bu hoca kendi bölümüne kadro açmış, bu hoca hastanede
dahiliyeci yoğun bakımcı istemiyormuş…..vs.
Bu durum benim hayatımda tek üzücü durum değil ona buna bahane bulmak ağlanmak benim hayat tarzım değil. Bu olmadıysa evren bana daha mutlu olacağım fırsatlar sunacaktır belki de kim bilir. Üzücü olay deyince aklıma geldi, İlk defa evleniyorum o ilk dans parçası var ya işte o parça ben ne bileyim gelinle damat o parçayı özel olarak seçermiş, her şeyin ilki zor oluyor tabi, biz kalktık dansa bir de ne çalsa beğenirsiniz son günlerin popüler parçası “Neler oluyor bize, neler oluyor bize” gülsem mi ağlasam mı, çocukluk işte 22 yaşında evlenmeye kalkarsan. Neyse ikinciye evleniyorum bu sefer deneyimliyim ya hemen parça seçelim diyorum bu sefer de sürpriz olmasın. Bizim hatun benim bloğu pek okumaz o yüzden rahat anlatıyorum bunları aramızda kalsın. Kayınvalidem güzel bir parça duymuş hah tamam o olur diyorum, adı neydi? “?…?..” vallahi hatırlamıyorum şimdi Eskişehir’li bir sanatçımızın, bulunca linkini atacağım yazımın üstüne. Bu sefer ne olsa beğenirsiniz davetliler hazır biz 8-10 adımlık merdivenden dumanlar meşaleler içerisinde arzı endam ederken tam düzlüğe ulaşıp 3-5 adım atmıştık ki, o son adımı atmayacaktım. Gelinliğin duvağına basmamla eşim geriye kaykıldı, sonrasında da duvağı ne kadar takmaya çalışsam da tutturamadım, kızcağız ilk dans parçası boyunca somurttu. Şarkısı bile var “Duvaksız gelin olmaz “ diye ama oluyormuş işte. Duvak önemli çok uzun olmamalı mümkünse yerden sürünmemeli. Bu yazdıklarımı bir arkadaşıma anlatmıştım. “Senin bu anlattıklarını ben rüyamda kabus diye görüyorum” demişti. Tabi şimdi anlatması kolay.
Diyeceğim o ki Allah hepimize sağlık versin yavrularımızı iyi insanlarla
karşılaştırsın. Hepimiz ne travmalar yaşıyoruz, gün geliyor gülüp
anlatabiliyoruz.
Durmaksızın öten cihazlar arasında,
yakınlarının ilgisinden uzak, yalnız başına ölüm korkusu içindeki hastalarıma bir nefes olmak her şeyden önemli. O hastanede
olmuş bu hastanede olmuş hiç umurumda değil. Kendimi yerlerine koymayı beceremiyorum, yapamıyorum üç evladımdan ve eşimden, sevdiklerimden
habersiz, belki de hiç çıkamayacağım bir odada dünyadan habersiz…
Neyse bitireyim artık.
Üzüldüm mü üzüldüm.
Kırıldım mı kırıldım, moralim çok
bozuldu, konsantrasyon bozukluğu yaşadım, uykusuzluk yaşadım, depresyon muydu
zannetmem, iştahım hiç azalmadı, şimdi de konusu açılmazsa aklıma bile
gelmiyor.
Çok şükür en azından şimdilik
sağlıklı nefes alabiliyorum, çok şükür.
Kaybettiğimiz meslektaşlarımızı
saygıyla anıyorum, mekanları cennet olsun.
22 Ağustos 2020 Cumartesi
google analytics'i kullanma hakkında
Daha sonra okuyabilmek için köşede bir dursun. Şimdi hiç vaktim yok
https://medium.com/@candurmaz/google-analyticsi-kullanmanin-pufnoktalari-8870d36d7dc6