Fil Necati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fil Necati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2020 Cumartesi

YAPRAK DÖKÜMÜ

 

Geçen hafta sonuydu yavruları aldım yanıma güneşli bir günde kışın belki de son yürüyüşünü yaptık. Kestane ağaçlarının dökülen yapraklarını eze eze ittire ittire yol almaya başladık.

 Güneşte öyle güzel parlıyor, insanın içini ısıtıyor. Ne klişe oldu ya son cümle. Olsun basit ama güzel.

 Dönüşte markete uğradık belki de yeni gelecek yasaklardan önce son defa.

Yavruların biri Amerikan kaptanını aldı, büyük olanı da Fil Necati’nin üç boyutlu bir simülasyon uygulamasıymış onu. Bu arada bayılıyorum bu file şu repliği güzel “Acaba başka gezegenlerde de yemek var mıdır?”

Ben se evde henüz kapağı açılmamış onlarca kitabım olmasına rağmen gözüm yine kitap reyonunda.

Otuz yaşımda başladım okumaya. Belki çok geç kalmıştım belki de tam zamanıydı.

Bazı kitapları okurken “bunu eskiden okusaydım bana şimdi verdiği duyguları vermesi imkansızdı” diye düşünüyorum. Yanlış zamanda okunmuş bir kitap olurdu çoğusu.

Yani yaklaşık 12 yıldır kitap okuyorum. Hep kişisel gelişim. Öyle ki artık aynı örneklerden bahseden yazarlara kızıyorum.

-Sen de mi ya!

-Yine mi ya!

 Artık başka şeyler söylemek zamanı diyorum içimden, geçin bunları…

Sonra düşündüm o anda sen neden hiç şiir kitabı okumadın?

Hani kişisel olarak gelişmeye çalıştın da ne oldu? İyiliksever oldun da çalışkan oldun da. Ne oldu?

Herkes esnek çalıştı, düğün dernek taziyeye gitti, batak oynadı, king oynadı, sen mecburi Coronacısın.

Çok şükür hala sağlıklısın, çok şükür en azından bedenen 😊

Tamam hala polisiye okumaya hazır değilsin ama şiir kitabı bir denesen.

Aaa bak Nazım Hikmet’in kırmızı kapaklı ince bir kitabı.

46. Baskı kesin en çok sevilen şiirleridir, muhtemelen.

Sadece 8 TL!

 Aldım hemen hiçbir mısrasını bile okumaya gerek duymadan.

Biraz ilerde “Kürk Mantolu Madonna” kitabının yazarı Sebahattin Ali’nin nasıl tarif etsem yarım A4 kağıdı büyüklüğünde kitapları.

Yan yana sıkıştırılmış bir köşeye. Ya ne ünlü oldu bu adam da. Birçok yayın evinin basımına rastladım farklı kitabevlerinde, marketlerde.

Aaa onun da şiir kitabı varmış harika. Hem de 7,90’a.

Buna şaşırmıştım, hemen oracıkta birkaç satır okuyim dedim. Bir de ne göreyim çocukluğumdan beri dilimde pelesenk olan (hiç sevmem bu kelimeyi de nedense?) birçok şarkının yazarıymış.

Dışarıda mevsim baharmış,

         Gezip dolaşanlar varmış,

                       Günler su gibi akarmış…

                                    Geçmiyor günler geçmiyor.

Dışarıda deli dalgalar

                 Gelip duvarları yalar;

                                Seni bu sesler oyalar

                                           Aldırma gönül, aldırma…

                                                            Görecek günler var daha

 

Kurşun ata ata biter

             Yollar gide gide biter…

 

                              Ben gene sana vurgunum.

 

                                                  Benim meskenim dağlardır.

 

Ne dost ne bir sevgili,

                  Dünyadan uzak bir deli

                                         Beni sarar melankoli

 

Döndüm daldan düşen kuru yaprağa   Leylim ley
                Seher yeli dağıt beni kır beni
                               Götür tozlarımı burdan uzağa
                                               Yarin çıplak ayağına sür beni

                                                           Ayın şavkı vurur sazım üstüne
                                                                   Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
                                                                             Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
                                                                                    Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

 

Ben miyim cahil olan yoksa merak etmeyenin bilemeyeceği ya da duyamacağı bir şey mi bu? 

Yıllardır belki de her birimizin ezbere söyleyebileceği mısraların yazarını, adamcağızın öldüğü yaşta öğrenmek.

Bazan hayat beni çok şaşırtıyor. En son iki yıl önce Subhaneke ve Ettahüyatü diye ezberlediğimiz namazda okuduğumuz duaların Kur’an ayeti olmadığını öğrendiğimde bu kadar şaşırmıştım.

Nereden geldim buralara ben gene. En son yavrularla yaprakları savuruyorduk, kaldırımda. Hoş bir tesadüf oldu bu akşam. Nazım’ın şiir kitabını aldım elime. Hikayenin sonunu merak ettiğimden değil ama hayat hikayesini bu son üç sayfaya özetlemişler.  Sonra iki buçuk sayfada yazarın şiir tadında özetlediği otobiyografisini okudum. Sonra bir sayfa daha geri geldim. Şiirin adı “YAPRAK DÖKÜMÜ” aynı böyle tüm harfler büyük punto,  Eylül 1961’de Laypzig’de yazmış. Belki de son şiirlerinden biridir.

                    Önce yavrularımın fotosunu iliştireyim şuraya sonra Nazım’ın güzel şiirini.

 



elli bin şiir roman filân okudum yaprak dökümünü anlatır

       elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir

               elli bin kere gördüm yaprak dökümünü

                            düşüşlerini sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların

elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında

                 avucumda ve parmaklarımın ucunda

                             ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi

                                               hele bulvarlarda yaprak dökümüne

                                                      hele kestaneyseler

                                                               hele çocuklar geçiyorsa oralardan

                                                                       hele güneşliyse hava

hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne

                  hele o gün sancımıyorsa yüreğim

                            hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün

                                 hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse

                                                yaprak dökümüne rastlamak burar içimi

                                                                             hele bulvarlarla yaprak dökümüne

                                                                                                     hele kestaneyseler.

 

                                                                                 Nazım Hikmet

                                                                                 6. Eylül’61

 

Hayatta aynı şeyleri görsek te, aynı şeyleri yaşasak ta, bazıları tarihe not koyar.

İyi ki de koyarlar. Şaire selam olsun.  Her şey senin anlattığın gibiydi. 

                         Hava güneşli, 

                                   Benim havam iyiydi, 

                                            Ağaçlar kestane, 

                                                    Çocuklar yapraklar üzerinde, 

                                                             İnsanın içinin burulmaması mümkün mü?


Bu resimler de gezinin devamından bonus olsun. 


















                                                                      Sağlıcakla 

                                                            drserdarefe@gmail.com

                                                                     Kasım 2020




Hakkımda

Fotoğrafım
Daha iyi bir yoğun bakım işleyişi için heyecan duyan herkesi destek olmaya davet ediyorum. Bazı blog yazılarım bir yoğun bakımcı için hafif gelebilir, amacım ileri düzeyde akademik kafa karışıklığı yaratmak değil, aksine son literatürü de gözden geçirip, klinik deneyimlerimden de örneklerle bilgiyi kullanılabilir kılmak, hayata geçirmektir. Bu nedenle yoğun bakım eğitimim öncesi yanlışlarımı da gözden geçirerek, kritik hastayla her basamakta uğraşan sağlıkçı arkadaşlarım için de özetler vermeye çalışıyorum. Her yazımın sonunda yorum kutularını göreceksiniz, lütfen önerilerinizi, yorumlarınızı, beğeninizi ya da, eleştirilerinizi esirgemeyin. Bloğum için teknik destek almıyorum, amatörce başladım bu nedenle sayfa düzeni için önerileriniz de benim için çok önemli, saygılarımla, sağlıcakla kalın.