Geçen
hafta sonuydu yavruları aldım yanıma güneşli bir günde kışın belki de son
yürüyüşünü yaptık. Kestane ağaçlarının dökülen yapraklarını eze eze ittire
ittire yol almaya başladık.
Güneşte öyle güzel parlıyor, insanın içini
ısıtıyor. Ne klişe oldu ya son cümle. Olsun basit ama güzel.
Dönüşte markete uğradık belki de yeni gelecek
yasaklardan önce son defa.
Yavruların biri Amerikan kaptanını aldı, büyük
olanı da Fil Necati’nin üç boyutlu bir simülasyon uygulamasıymış onu. Bu arada
bayılıyorum bu file şu repliği güzel “Acaba başka gezegenlerde de yemek var
mıdır?”
Ben
se evde henüz kapağı açılmamış onlarca kitabım olmasına rağmen gözüm yine kitap
reyonunda.
Otuz
yaşımda başladım okumaya. Belki çok geç kalmıştım belki de tam zamanıydı.
Bazı
kitapları okurken “bunu eskiden okusaydım bana şimdi verdiği duyguları vermesi
imkansızdı” diye düşünüyorum. Yanlış zamanda okunmuş bir kitap olurdu
çoğusu.
Yani
yaklaşık 12 yıldır kitap okuyorum. Hep kişisel gelişim. Öyle ki artık aynı
örneklerden bahseden yazarlara kızıyorum.
-Sen
de mi ya!
-Yine
mi ya!
Artık başka şeyler söylemek zamanı
diyorum içimden, geçin bunları…
Sonra
düşündüm o anda sen neden hiç şiir kitabı okumadın?
Hani
kişisel olarak gelişmeye çalıştın da ne oldu? İyiliksever oldun da çalışkan
oldun da. Ne oldu?
Herkes
esnek çalıştı, düğün dernek taziyeye gitti, batak oynadı, king oynadı, sen mecburi
Coronacısın.
Çok
şükür hala sağlıklısın, çok şükür en azından bedenen 😊
Tamam
hala polisiye okumaya hazır değilsin ama şiir kitabı bir denesen.
Aaa
bak Nazım Hikmet’in kırmızı kapaklı ince bir kitabı.
46.
Baskı kesin en çok sevilen şiirleridir, muhtemelen.
Sadece
8 TL!
Aldım hemen hiçbir mısrasını bile okumaya
gerek duymadan.
Biraz
ilerde “Kürk Mantolu Madonna” kitabının yazarı Sebahattin Ali’nin
nasıl tarif etsem yarım A4 kağıdı büyüklüğünde kitapları.
Yan
yana sıkıştırılmış bir köşeye. Ya ne ünlü oldu bu adam da. Birçok yayın evinin
basımına rastladım farklı kitabevlerinde, marketlerde.
Aaa
onun da şiir kitabı varmış harika. Hem de 7,90’a.
Buna
şaşırmıştım, hemen oracıkta birkaç satır okuyim dedim. Bir de ne göreyim
çocukluğumdan beri dilimde pelesenk olan (hiç sevmem bu kelimeyi de nedense?)
birçok şarkının yazarıymış.
Dışarıda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış…
Geçmiyor günler
geçmiyor.
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler
oyalar
Aldırma gönül,
aldırma…
Görecek günler var daha
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter…
Ben gene sana
vurgunum.
Benim meskenim dağlardır.
Ne dost ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar
melankoli
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa Leylim ley
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Ayın şavkı vurur sazım
üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm
üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan
sar beni
Ben miyim cahil olan yoksa merak etmeyenin bilemeyeceği ya da duyamacağı bir şey mi bu?
Yıllardır belki de
her birimizin ezbere söyleyebileceği mısraların yazarını, adamcağızın öldüğü
yaşta öğrenmek.
Bazan hayat beni çok
şaşırtıyor. En son iki yıl önce Subhaneke ve Ettahüyatü diye ezberlediğimiz
namazda okuduğumuz duaların Kur’an ayeti olmadığını öğrendiğimde bu kadar
şaşırmıştım.
Nereden geldim buralara ben
gene. En son yavrularla yaprakları savuruyorduk, kaldırımda. Hoş bir tesadüf
oldu bu akşam. Nazım’ın şiir kitabını aldım elime. Hikayenin sonunu merak
ettiğimden değil ama hayat hikayesini bu son üç sayfaya özetlemişler. Sonra iki buçuk sayfada yazarın şiir tadında
özetlediği otobiyografisini okudum. Sonra bir sayfa daha geri geldim. Şiirin
adı “YAPRAK DÖKÜMÜ” aynı böyle tüm harfler büyük punto, Eylül 1961’de Laypzig’de yazmış. Belki de son
şiirlerinden biridir.
Önce yavrularımın fotosunu iliştireyim şuraya sonra Nazım’ın güzel şiirini.
elli bin şiir roman filân okudum yaprak
dökümünü anlatır
elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak
dökümünü
düşüşlerini
sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını
kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın
ucunda
ama yaprak
dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk
üstüne
hele o gün sancımıyorsa
yüreğim
hele sevdiğimin
beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün
insanlarla ve kendimle aram iyiyse
yaprak dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarla yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.
Nazım Hikmet
6. Eylül’61
Hayatta
aynı şeyleri görsek te, aynı şeyleri yaşasak ta, bazıları tarihe not koyar.
İyi ki de koyarlar. Şaire selam olsun. Her şey senin anlattığın gibiydi.
Hava güneşli,
Benim havam iyiydi,
Ağaçlar kestane,
Çocuklar yapraklar üzerinde,
İnsanın içinin burulmaması mümkün mü?
Bu resimler de gezinin devamından bonus olsun.
Sağlıcakla
drserdarefe@gmail.com
Kasım 2020