4 Nisan 2020 Cumartesi

“Dünyanın yanacağı senden belliydi çocuk. Dünya yanıyor aheste aheste. Hem de çocukları öldürmeyen bir virüsle…”


Malum virüs nedenli bunca hengamenin koşuşturmanın, whatsapp gruplarındaki paylaşımların içinde beni en çok etkileyen aklımdan çıkmayan iki yazı oldu. Aslında biri sadece üç cümlecik. O da başlıkta okuduğunuz cümleler. Yorumlamaya gerek var mı? Kim söylemiş bilmiyorum ama hep aklınızda olan şeyi bazı insanlar öyle tarif eder ki donar kalırsınız. Kıskanırsınız içten içe, “Acaba gün gelir ben de böyle tam yerinde ve zamanında söylenen sözler edebilecek miyim” dersiniz. Neyse bu kadar kıskançlık yeter.

Küresel ısınma lafını duyduğumda aklımdan hep şu geçer. “Ya koskoca, milyarlarca yıldır dönüp duran bu dünya, insanın neden olduğu yapay bir ısınmadan kendinin yok olmasına izin verir mi? Komik gelir bu bana. Sekiz yüz belki de bin çeşit dinazorun sonunu nasıl getirdiyse bu dünya elbet bulur bizi yok etmenin bir çaresini de.
Hem belki de kutupları eriten insanoğlunun düşündüğü gibi “sera gazı emisyonlarına atfedilen küresel sıcaklık artışı” değil, Yüce Mevlam’dır.

"Görmüyorlar mı ki, biz o yerküreye geliyor, onu uçlarından eksiltiyoruz" (Ra'd, 41-42)

Belki de bu erime kıyamet alameti olabilir, yer yarılabilir, gök delinebilir, hesap defterleri açılabilir. Son nefesini verirken “Hepinizi Allah’a şikâyet edeceğim” diyen Suriye'li yavrunun, İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen 1,5 milyon çocuğun hesabı bir çırpıda sorulur.

Bir ara tarih okumaya heves sarmıştım. Avrupa’nın soğuk bir dönem geçirdiği için insanların zorlandığını, tarım yapamadıkları için açlıktan nüfüsun azaldığını anımsıyorum. Biraz ayrıntılandırayım ben de merak ettim. Günümüzden yaklaşık 2.5 milyon yıl önce başlayan başlayan buzul çağı çok değil bundan yaklaşık 10 veya 14 bin yıl önce sona ermiş, sonrasında 1570 ile 1715 yılları arasında “Küçük Buz Çağı“denen soğuk zaman dilimleri yaşanmış. “Araştırmacılar Küçük Buz Çağı’nın yaşanmasının kesin bir nedenle gösterememekle birlikte bazı olasılıklara ve teorilere bağlamışlardır.”


- Güneş etrafındaki döngülerden gelen orbital zorlama” Ne demekse artık?

- Güneş lekelerinin yokluğu (Maunder Minimum)

- Volkanik patlamalar sonucu etrafa yayılan küllerin ve gökyüzüne yükselen gazların etkisiyle güneş radyasyonunun bir kısmının bloke olmasının sonucu iklimin soğuması

- Veba hastalığı: Ba Ba Baaa! Bu ilginç işte!

“Yapılan bazı araştırmalar Küçük Buzul Çağının yaşanma sebebini, o zamanlarda oldukça yaygın olan veba hastalığına bağlıyor. Büyük Veba Salgını olarak da bilinen hastalık nedeniyle tüm Avrupa nüfusunda azalma (neredeyse yarısı) olduğundan, terk edilmiş tarım arazileri de zamanla yeşil bitkiler ve ağaçlarla kaplanmaya başlamıştı. Bu da atmosferde önemli miktarda karbondioksit soğurulmasına sebep oldu ve bir çeşit “anti-sera etkisi” oluştu. Bilindiği gibi sera etkisi, gezegeni bir ısı kalkanı gibi sarıp soğumayı önlüyor. Anti-sera etkisi de bu kalkanın zayıflamasına ve ısının düşmesine sebep oluyor.”  http://popsci.com.tr/buzul-cagi-ne-zaman-sona-erdi/


Bunları henüz af çıkmadan özgürlüğüne kavuşan” Özgür Ansiklopedi” VİKİPEDİ’den hemencecik buluverdim.


Şimdi siz dünyamızın elinde teoride de olsa bu kadar mekanizma varken, istediği zaman ortamı tekrar soğutup küresel soğumaya neden olamayacağını mı düşünüyorsunuz!  
Hem hep demez miyiz “tarih tekerrürden ibaret” diye.
İşte size gene bir “ayvan salgını beya” hem de yine vebanın doğduğu o malum topraklardan, bildiniz Wuhan’dan. 


Bu işte, üstat Barış Özcan’ın parmağı var. (https://www.youtube.com/watch?v=yjfXTzzXBFk
O da en çok kıskandığım insanlardan. Allah sağlıklı ömür versin.

Bu COVID salgını ne zaman bitecek dersiniz, dünya yeterince soğuyunca olabilir mi? Acaba bu dönem depremlerde ondan mı arttı. Yakında yanardağlar patlamaya başlarsa birbiri ardına şaşırmayın. 

Ya da uzay bilimciler “Güneşin sarı lekelerinin kaybolup, orbitasının zorlandığını ve güneşin mundar (Maunder Minimum) olduğunu” söylerlerse ona da şaşırmam.
Nerden geldi konu gene buraya?
Virüsle ilgili yazılmış ikinci harika yazının yazarı belli, belki çoğunuz okudu geçti. Şimdi okuyunca hemen anımsayacaksınız. Ah keşke ben yazmış olsaydım dediğim güzel yazı.
İtalyan pisikologmuş Francielle Morelli, ben baktım hemen profiline bizim gibi sade yaşayan biri, kelli felli sakallı bir ton ton professör değil, belki 40’lı yaşlarda genç bir kadın yazar, resimlerini paylaşmış ordan gördüm, şimdi onayı olmadan resmini koymayım dedim, kısaca tarif ettim. Böyle güzel yazılar insanları hep merak etmişimdir.  
Şimdi bu güzel yazının daha geniş kitlelere yayılabilmesi için aynen paylaşıyorum. Buyrun keyfini çıkarın. Düşünün, benim pek vaktim yok ama sizlerin belki de hiç bu kadar durup düşünmeye vaktiniz olmamıştır.
“İnanıyorum ki evren, kuralları tepetaklak geldiğinde, bunları düzeltmenin bir yolunu bulur.”
Birçok anomaliyi ve paradoksu yaşadığımız bu günler düşündürücü…
(Araya girmeden duramadım gene “CRP ‘yi yükselten virüs”)

Küresel ısınmanın çevreye yarattığı zararların endişe verici boyutlara ulaştığı, Çin ve onu takip eden birçok ülkenin bloke olmak zorunda kaldığı bir dönemde, ekonomi yerle bir olurken hava kirliliği önemli oranda azalmakta; hava düzelmekte, maske kullanmak zorunda kalırken aslında daha temiz bir nefes almaktayız.




























Dışlayıcı politikaların ve ideolojilerin, tarihimizdeki aşağılık bir dönemi anımsatarak tüm dünyada artmaya başladığı bu tarihi noktada, bir virüs gelir ve bizi dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyan yapar. Hiçbir suçumuz olmasa da. Beyaz, batılı ve business class yolcusu olsak da.
Üretime ve tüketime dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir amacın peşinde, cumartesimiz, pazarımız, takvimde kırmızı ile belirtilmiş tatillerimiz olmadan koşarken, bir anda ‘Dur’ karşımıza çıkar. Evde, günlerce, dururuz. Karşılık ya da para ile ölçmeye alıştığımız, gerçek değerini hatırlamadığımız ‘zaman' ile hesaplaşmamız başlar. Hala onunla neler yapabileceğimizi hatırlıyor muyuz?
Çocuklarımızı büyütmeyi, öyle gerektiği için, başka kişilere, kurumlara devrettiğimiz bir dönemde virüs okulları kapatır, bizi alternatifler yaratmaya, anne ve babayı tekrar çocukları ile birlikteliğe zorlar. Tekrar aile olmaya mecbur bırakır.
İlişkilerin, iletişimin, sosyalleşmenin virtüel (Fransızca'da sanal demekmiş) dünyanın sosyal medyasında gerçekleşerek, bizi yakın olduğumuza dair bir yanılsamaya ittiği bu dönemde, virüs bizden gerçek yakınlığı çalar:
Kimse birbirine dokunamaz,
                                              öpemez,
                                                            sarılamaz;
                                        birbirine uzak ve dokunamamanın soğukluğunda kalırız.
Bunların anlamını ve önemini ne kadar göz ardı ettik?
Herkesin kendi bahçesini düşünmesinin kural olduğu bu dönemde virüs bize açık bir mesaj yollar:
Tek çıkış yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını düşünmek, kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmak.
Paylaşılan sorumluluk, attığın adımın sadece kendi kaderini değil etrafındakilerin kini de belirlemesi ve senin kaderinin de onlara bağlı olması.
Öyleyse cadı avını, kimin suçlu olduğunu, sebebini düşünmeyi bırakır, onun yerine kendimize bundan neler öğrenebileceğimizi sorarsak, öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.
Çünkü belli ki evrene ve onun kurallarına borcumuz çok ve bize bunu bir virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor.
Bunlar yaşanmasaydı, sadece film olsaydı, izlediğim en eleştirel filmlerden biri olurdu.
Birbiriyle iletişim kurmayı unutmuş, bencilleşen toplumların iki hafta süreyle eve hapsolması. Bunun toplumsal tabaka gözetmemesi, boşanmaların artışı ya da aile olmayı yeniden öğrenmek… Küresel çapta, onlarca alt metinli muhteşem bir film olabilirdi. Sosyal deney de olabilirdi ama gerçek olmayı seçti…

Kalın sağlıcakla.