Malum
virüs nedenli bunca hengamenin koşuşturmanın, whatsapp gruplarındaki
paylaşımların içinde beni en çok etkileyen aklımdan çıkmayan iki yazı oldu.
Aslında biri sadece üç cümlecik. O da başlıkta okuduğunuz cümleler. Yorumlamaya
gerek var mı? Kim söylemiş bilmiyorum ama hep aklınızda olan şeyi bazı insanlar
öyle tarif eder ki donar kalırsınız. Kıskanırsınız içten içe, “Acaba gün gelir
ben de böyle tam yerinde ve zamanında söylenen sözler edebilecek miyim”
dersiniz. Neyse bu kadar kıskançlık yeter.
Küresel
ısınma lafını duyduğumda aklımdan hep şu geçer. “Ya koskoca, milyarlarca yıldır
dönüp duran bu dünya, insanın neden olduğu yapay bir ısınmadan kendinin yok
olmasına izin verir mi? Komik gelir bu bana. Sekiz yüz belki de bin çeşit
dinazorun sonunu nasıl getirdiyse bu dünya elbet bulur bizi yok etmenin bir
çaresini de.
Hem
belki de kutupları eriten insanoğlunun düşündüğü gibi “sera gazı
emisyonlarına atfedilen küresel sıcaklık artışı” değil, Yüce Mevlam’dır.
"Görmüyorlar
mı ki, biz o yerküreye geliyor, onu uçlarından eksiltiyoruz" (Ra'd, 41-42)
Belki
de bu erime kıyamet alameti olabilir, yer yarılabilir, gök delinebilir, hesap
defterleri açılabilir. Son nefesini verirken “Hepinizi Allah’a şikâyet
edeceğim” diyen Suriye'li yavrunun, İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen 1,5 milyon
çocuğun hesabı bir çırpıda sorulur.
Bir
ara tarih okumaya heves sarmıştım. Avrupa’nın soğuk bir dönem geçirdiği için
insanların zorlandığını, tarım yapamadıkları için açlıktan nüfüsun azaldığını
anımsıyorum. Biraz ayrıntılandırayım ben de merak ettim. Günümüzden yaklaşık
2.5 milyon yıl önce başlayan başlayan buzul çağı çok değil bundan yaklaşık 10
veya 14 bin yıl önce sona ermiş, sonrasında 1570 ile 1715 yılları arasında “Küçük
Buz Çağı“denen soğuk zaman dilimleri yaşanmış. “Araştırmacılar Küçük Buz
Çağı’nın yaşanmasının kesin bir nedenle gösterememekle birlikte bazı
olasılıklara ve teorilere bağlamışlardır.”
-
Güneş
etrafındaki döngülerden gelen orbital zorlama” Ne demekse artık?
- Güneş
lekelerinin yokluğu (Maunder Minimum)
-
Volkanik patlamalar sonucu etrafa yayılan küllerin ve gökyüzüne yükselen
gazların etkisiyle güneş radyasyonunun bir kısmının bloke olmasının sonucu
iklimin soğuması
-
Veba hastalığı: Ba Ba Baaa! Bu ilginç işte!
“Yapılan
bazı araştırmalar Küçük Buzul Çağının yaşanma sebebini, o
zamanlarda oldukça yaygın olan veba hastalığına bağlıyor. Büyük Veba
Salgını olarak da bilinen hastalık nedeniyle tüm Avrupa nüfusunda azalma (neredeyse
yarısı) olduğundan, terk edilmiş tarım arazileri de zamanla yeşil bitkiler ve
ağaçlarla kaplanmaya başlamıştı. Bu da atmosferde önemli miktarda karbondioksit
soğurulmasına sebep oldu ve bir çeşit “anti-sera etkisi” oluştu. Bilindiği
gibi sera etkisi, gezegeni bir ısı kalkanı gibi sarıp soğumayı önlüyor.
Anti-sera etkisi de bu kalkanın zayıflamasına ve ısının düşmesine sebep oluyor.”
http://popsci.com.tr/buzul-cagi-ne-zaman-sona-erdi/
Bunları
henüz af çıkmadan özgürlüğüne kavuşan” Özgür Ansiklopedi” VİKİPEDİ’den
hemencecik buluverdim.
Şimdi
siz dünyamızın elinde teoride de olsa bu kadar mekanizma varken, istediği zaman
ortamı tekrar soğutup küresel soğumaya neden olamayacağını mı düşünüyorsunuz!
Hem
hep demez miyiz “tarih tekerrürden ibaret” diye.
İşte
size gene bir “ayvan salgını beya” hem de yine vebanın doğduğu o
malum topraklardan, bildiniz Wuhan’dan.
O da en çok kıskandığım insanlardan. Allah sağlıklı ömür versin.
Bu COVID
salgını ne zaman bitecek dersiniz, dünya yeterince soğuyunca olabilir mi? Acaba
bu dönem depremlerde ondan mı arttı. Yakında yanardağlar patlamaya başlarsa
birbiri ardına şaşırmayın.
Ya
da uzay bilimciler “Güneşin sarı lekelerinin kaybolup, orbitasının
zorlandığını ve güneşin mundar (Maunder Minimum) olduğunu” söylerlerse
ona da şaşırmam.
Nerden
geldi konu gene buraya?
Virüsle
ilgili yazılmış ikinci harika yazının yazarı belli, belki çoğunuz okudu geçti.
Şimdi okuyunca hemen anımsayacaksınız. Ah keşke ben yazmış olsaydım dediğim
güzel yazı.
İtalyan
pisikologmuş Francielle Morelli, ben baktım hemen profiline bizim gibi
sade yaşayan biri, kelli felli sakallı bir ton ton professör değil, belki 40’lı
yaşlarda genç bir kadın yazar, resimlerini paylaşmış ordan gördüm, şimdi
onayı olmadan resmini koymayım dedim, kısaca tarif ettim. Böyle güzel yazılar
insanları hep merak etmişimdir.
Şimdi
bu güzel yazının daha geniş kitlelere yayılabilmesi için aynen paylaşıyorum. Buyrun
keyfini çıkarın. Düşünün, benim pek vaktim yok ama sizlerin belki de hiç
bu kadar durup düşünmeye vaktiniz olmamıştır.
“İnanıyorum
ki evren, kuralları tepetaklak geldiğinde, bunları düzeltmenin bir yolunu
bulur.”
Birçok
anomaliyi ve paradoksu yaşadığımız bu günler düşündürücü…
(Araya
girmeden duramadım gene “CRP ‘yi yükselten virüs”)
Küresel
ısınmanın çevreye yarattığı zararların endişe verici boyutlara ulaştığı, Çin ve
onu takip eden birçok ülkenin bloke olmak zorunda kaldığı bir dönemde, ekonomi
yerle bir olurken hava kirliliği önemli oranda azalmakta; hava düzelmekte,
maske kullanmak zorunda kalırken aslında daha temiz bir nefes almaktayız.
Dışlayıcı
politikaların ve ideolojilerin, tarihimizdeki aşağılık bir dönemi anımsatarak
tüm dünyada artmaya başladığı bu tarihi noktada, bir virüs gelir ve bizi
dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyan yapar.
Hiçbir suçumuz olmasa da. Beyaz, batılı ve business class yolcusu
olsak da.
Üretime
ve tüketime dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir
amacın peşinde, cumartesimiz, pazarımız, takvimde kırmızı ile belirtilmiş
tatillerimiz olmadan koşarken, bir anda ‘Dur’ karşımıza çıkar. Evde,
günlerce, dururuz. Karşılık ya da para ile ölçmeye alıştığımız, gerçek değerini
hatırlamadığımız ‘zaman' ile hesaplaşmamız başlar. Hala onunla neler
yapabileceğimizi hatırlıyor muyuz?
Çocuklarımızı
büyütmeyi, öyle gerektiği için, başka kişilere, kurumlara
devrettiğimiz bir dönemde virüs okulları kapatır, bizi alternatifler
yaratmaya, anne ve babayı tekrar çocukları ile birlikteliğe zorlar. Tekrar
aile olmaya mecbur bırakır.
İlişkilerin,
iletişimin, sosyalleşmenin virtüel (Fransızca'da sanal demekmiş) dünyanın
sosyal medyasında gerçekleşerek, bizi yakın olduğumuza dair bir
yanılsamaya ittiği bu dönemde, virüs bizden gerçek yakınlığı çalar:
Kimse
birbirine dokunamaz,
öpemez,
sarılamaz;
birbirine uzak ve dokunamamanın soğukluğunda
kalırız.
Bunların
anlamını ve önemini ne kadar göz ardı ettik?
Herkesin
kendi bahçesini düşünmesinin kural olduğu bu dönemde virüs bize
açık bir mesaj yollar:
Tek
çıkış yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını düşünmek,
kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmak.
Paylaşılan
sorumluluk, attığın adımın sadece kendi kaderini değil etrafındakilerin kini de
belirlemesi ve senin kaderinin de onlara bağlı olması.
Öyleyse
cadı avını, kimin suçlu olduğunu, sebebini düşünmeyi bırakır, onun yerine kendimize bundan neler öğrenebileceğimizi sorarsak, öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğuna
inanıyorum.
Çünkü
belli ki evrene ve onun kurallarına borcumuz çok ve bize bunu bir
virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor.
Bunlar
yaşanmasaydı, sadece film olsaydı, izlediğim en eleştirel filmlerden biri
olurdu.
Birbiriyle
iletişim kurmayı unutmuş, bencilleşen toplumların iki hafta süreyle eve
hapsolması. Bunun toplumsal tabaka gözetmemesi, boşanmaların artışı ya da aile
olmayı yeniden öğrenmek… Küresel çapta, onlarca alt metinli muhteşem bir film
olabilirdi. Sosyal deney de olabilirdi ama
gerçek olmayı seçti…
Kalın
sağlıcakla.