16 Mayıs 2020 Cumartesi
4 Nisan 2020 Cumartesi
“Dünyanın yanacağı senden belliydi çocuk. Dünya yanıyor aheste aheste. Hem de çocukları öldürmeyen bir virüsle…”
Malum
virüs nedenli bunca hengamenin koşuşturmanın, whatsapp gruplarındaki
paylaşımların içinde beni en çok etkileyen aklımdan çıkmayan iki yazı oldu.
Aslında biri sadece üç cümlecik. O da başlıkta okuduğunuz cümleler. Yorumlamaya
gerek var mı? Kim söylemiş bilmiyorum ama hep aklınızda olan şeyi bazı insanlar
öyle tarif eder ki donar kalırsınız. Kıskanırsınız içten içe, “Acaba gün gelir
ben de böyle tam yerinde ve zamanında söylenen sözler edebilecek miyim”
dersiniz. Neyse bu kadar kıskançlık yeter.
Küresel
ısınma lafını duyduğumda aklımdan hep şu geçer. “Ya koskoca, milyarlarca yıldır
dönüp duran bu dünya, insanın neden olduğu yapay bir ısınmadan kendinin yok
olmasına izin verir mi? Komik gelir bu bana. Sekiz yüz belki de bin çeşit
dinazorun sonunu nasıl getirdiyse bu dünya elbet bulur bizi yok etmenin bir
çaresini de.
Hem
belki de kutupları eriten insanoğlunun düşündüğü gibi “sera gazı
emisyonlarına atfedilen küresel sıcaklık artışı” değil, Yüce Mevlam’dır.
"Görmüyorlar
mı ki, biz o yerküreye geliyor, onu uçlarından eksiltiyoruz" (Ra'd, 41-42)
Belki
de bu erime kıyamet alameti olabilir, yer yarılabilir, gök delinebilir, hesap
defterleri açılabilir. Son nefesini verirken “Hepinizi Allah’a şikâyet
edeceğim” diyen Suriye'li yavrunun, İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen 1,5 milyon
çocuğun hesabı bir çırpıda sorulur.
Bir
ara tarih okumaya heves sarmıştım. Avrupa’nın soğuk bir dönem geçirdiği için
insanların zorlandığını, tarım yapamadıkları için açlıktan nüfüsun azaldığını
anımsıyorum. Biraz ayrıntılandırayım ben de merak ettim. Günümüzden yaklaşık
2.5 milyon yıl önce başlayan başlayan buzul çağı çok değil bundan yaklaşık 10
veya 14 bin yıl önce sona ermiş, sonrasında 1570 ile 1715 yılları arasında “Küçük
Buz Çağı“denen soğuk zaman dilimleri yaşanmış. “Araştırmacılar Küçük Buz
Çağı’nın yaşanmasının kesin bir nedenle gösterememekle birlikte bazı
olasılıklara ve teorilere bağlamışlardır.”
-
Güneş
etrafındaki döngülerden gelen orbital zorlama” Ne demekse artık?
- Güneş
lekelerinin yokluğu (Maunder Minimum)
-
Volkanik patlamalar sonucu etrafa yayılan küllerin ve gökyüzüne yükselen
gazların etkisiyle güneş radyasyonunun bir kısmının bloke olmasının sonucu
iklimin soğuması
-
Veba hastalığı: Ba Ba Baaa! Bu ilginç işte!
“Yapılan
bazı araştırmalar Küçük Buzul Çağının yaşanma sebebini, o
zamanlarda oldukça yaygın olan veba hastalığına bağlıyor. Büyük Veba
Salgını olarak da bilinen hastalık nedeniyle tüm Avrupa nüfusunda azalma (neredeyse
yarısı) olduğundan, terk edilmiş tarım arazileri de zamanla yeşil bitkiler ve
ağaçlarla kaplanmaya başlamıştı. Bu da atmosferde önemli miktarda karbondioksit
soğurulmasına sebep oldu ve bir çeşit “anti-sera etkisi” oluştu. Bilindiği
gibi sera etkisi, gezegeni bir ısı kalkanı gibi sarıp soğumayı önlüyor.
Anti-sera etkisi de bu kalkanın zayıflamasına ve ısının düşmesine sebep oluyor.”
http://popsci.com.tr/buzul-cagi-ne-zaman-sona-erdi/
Bunları
henüz af çıkmadan özgürlüğüne kavuşan” Özgür Ansiklopedi” VİKİPEDİ’den
hemencecik buluverdim.
Şimdi
siz dünyamızın elinde teoride de olsa bu kadar mekanizma varken, istediği zaman
ortamı tekrar soğutup küresel soğumaya neden olamayacağını mı düşünüyorsunuz!
Hem
hep demez miyiz “tarih tekerrürden ibaret” diye.
İşte
size gene bir “ayvan salgını beya” hem de yine vebanın doğduğu o
malum topraklardan, bildiniz Wuhan’dan.
O da en çok kıskandığım insanlardan. Allah sağlıklı ömür versin.
Bu COVID
salgını ne zaman bitecek dersiniz, dünya yeterince soğuyunca olabilir mi? Acaba
bu dönem depremlerde ondan mı arttı. Yakında yanardağlar patlamaya başlarsa
birbiri ardına şaşırmayın.
Ya
da uzay bilimciler “Güneşin sarı lekelerinin kaybolup, orbitasının
zorlandığını ve güneşin mundar (Maunder Minimum) olduğunu” söylerlerse
ona da şaşırmam.
Nerden
geldi konu gene buraya?
Virüsle
ilgili yazılmış ikinci harika yazının yazarı belli, belki çoğunuz okudu geçti.
Şimdi okuyunca hemen anımsayacaksınız. Ah keşke ben yazmış olsaydım dediğim
güzel yazı.
İtalyan
pisikologmuş Francielle Morelli, ben baktım hemen profiline bizim gibi
sade yaşayan biri, kelli felli sakallı bir ton ton professör değil, belki 40’lı
yaşlarda genç bir kadın yazar, resimlerini paylaşmış ordan gördüm, şimdi
onayı olmadan resmini koymayım dedim, kısaca tarif ettim. Böyle güzel yazılar
insanları hep merak etmişimdir.
Şimdi
bu güzel yazının daha geniş kitlelere yayılabilmesi için aynen paylaşıyorum. Buyrun
keyfini çıkarın. Düşünün, benim pek vaktim yok ama sizlerin belki de hiç
bu kadar durup düşünmeye vaktiniz olmamıştır.
“İnanıyorum
ki evren, kuralları tepetaklak geldiğinde, bunları düzeltmenin bir yolunu
bulur.”
Birçok
anomaliyi ve paradoksu yaşadığımız bu günler düşündürücü…
(Araya
girmeden duramadım gene “CRP ‘yi yükselten virüs”)
Küresel
ısınmanın çevreye yarattığı zararların endişe verici boyutlara ulaştığı, Çin ve
onu takip eden birçok ülkenin bloke olmak zorunda kaldığı bir dönemde, ekonomi
yerle bir olurken hava kirliliği önemli oranda azalmakta; hava düzelmekte,
maske kullanmak zorunda kalırken aslında daha temiz bir nefes almaktayız.
Dışlayıcı
politikaların ve ideolojilerin, tarihimizdeki aşağılık bir dönemi anımsatarak
tüm dünyada artmaya başladığı bu tarihi noktada, bir virüs gelir ve bizi
dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyan yapar.
Hiçbir suçumuz olmasa da. Beyaz, batılı ve business class yolcusu
olsak da.
Üretime
ve tüketime dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir
amacın peşinde, cumartesimiz, pazarımız, takvimde kırmızı ile belirtilmiş
tatillerimiz olmadan koşarken, bir anda ‘Dur’ karşımıza çıkar. Evde,
günlerce, dururuz. Karşılık ya da para ile ölçmeye alıştığımız, gerçek değerini
hatırlamadığımız ‘zaman' ile hesaplaşmamız başlar. Hala onunla neler
yapabileceğimizi hatırlıyor muyuz?
Çocuklarımızı
büyütmeyi, öyle gerektiği için, başka kişilere, kurumlara
devrettiğimiz bir dönemde virüs okulları kapatır, bizi alternatifler
yaratmaya, anne ve babayı tekrar çocukları ile birlikteliğe zorlar. Tekrar
aile olmaya mecbur bırakır.
İlişkilerin,
iletişimin, sosyalleşmenin virtüel (Fransızca'da sanal demekmiş) dünyanın
sosyal medyasında gerçekleşerek, bizi yakın olduğumuza dair bir
yanılsamaya ittiği bu dönemde, virüs bizden gerçek yakınlığı çalar:
Kimse
birbirine dokunamaz,
öpemez,
sarılamaz;
birbirine uzak ve dokunamamanın soğukluğunda
kalırız.
Bunların
anlamını ve önemini ne kadar göz ardı ettik?
Herkesin
kendi bahçesini düşünmesinin kural olduğu bu dönemde virüs bize
açık bir mesaj yollar:
Tek
çıkış yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını düşünmek,
kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmak.
Paylaşılan
sorumluluk, attığın adımın sadece kendi kaderini değil etrafındakilerin kini de
belirlemesi ve senin kaderinin de onlara bağlı olması.
Öyleyse
cadı avını, kimin suçlu olduğunu, sebebini düşünmeyi bırakır, onun yerine kendimize bundan neler öğrenebileceğimizi sorarsak, öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğuna
inanıyorum.
Çünkü
belli ki evrene ve onun kurallarına borcumuz çok ve bize bunu bir
virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor.
Bunlar
yaşanmasaydı, sadece film olsaydı, izlediğim en eleştirel filmlerden biri
olurdu.
Birbiriyle
iletişim kurmayı unutmuş, bencilleşen toplumların iki hafta süreyle eve
hapsolması. Bunun toplumsal tabaka gözetmemesi, boşanmaların artışı ya da aile
olmayı yeniden öğrenmek… Küresel çapta, onlarca alt metinli muhteşem bir film
olabilirdi. Sosyal deney de olabilirdi ama
gerçek olmayı seçti…
Kalın
sağlıcakla.
28 Mart 2020 Cumartesi
COVİD-19, 2020'yi bitirdi, hayaller kurmuştuk onlar ne olacak? Yeniden kurabilecek miyiz?
Son 10 günüm tek
tük pozitif vakalar, yığınla olası vakaların yönetimi, kişisel koruyucu
önlemleri oturtmaya çalışmakla geçti. Whatsapp gruplarımızda sürüp giden bilgi
bombardımanından fikir sahip olmaya çalışmak için fırsat bulduğum her an gözüm
sürekli guruplarda. Çok şey konuşuluyor tartışılıyor. Ben de bugünden sonra yaşadıklarımı
bir nevi günlük tarzında özetlemeye çalışacağım. Bahsedeceklerim basit ama
basiti seviyorum. Ben biraz şanslıyım yaşadığım şehirde vaka artışı yavaşça
oluyor ancak öngörülere göre yoğun bakım uzmanlarının ve anaestezist
arkadaşlarımın yönetebileceğinin çok daha fazlasıyla karşılaşmayacağımızın
garantisi yok.
COVID-PCR duyarlılığı
yaklaşık %71 ve BT’de tipik bulguları olup, başlangıç PCR sonucu
negatif gelen, ancak 2-8 gün sonra pozitifleşen olgular
tanımlanmış. Benim kliniğimden size örnek, BT’si tipik viral pnömoni ve yedi
gündür ampirik tedaviyle (38 üzeri) ateşi düşmeyen hastamızın iki kez alınan
burun ve nazofarengeal sürüntü örneği negatif, yedinci gün alınan 3. örnek ise pozitif.
Ayrıca eşi COVİD
nedeniyle entübe ve kendisi de COVİD PCR (+) olan, herhangi
bir semptomu olmayan, satürasyonu oksijensiz %98-100 olan 79 yaşında kadın hastanın
rutin AC grafisinde konsolide görünüm sonrası çekilen BT de bilateral
multilober buzlu cam görüntüsü saptandı. Pnömoni tedavisi başladık genel durumu
iyi.
Kişisel Koruyucu Ekipman (KKE) Konusu:
Yoğun bakım
nitelikli yatak sayımızın şehir hastanelerinin açılmasıyla artması bir şanş gibi
görünüyor. Hastalık maalesef beklenildiği gibi bize de gerçek yüzünü göstermeye
başladı. Bir ay öncesinden öncelikle Çin’den daha sonra İtalya’dan gelen
videoları seyretmeye kendimizce hazırlanmaya çalıştık tulumlar giyecek iğne
deliği kalmayacak kadar her bir yerimizi örtüp içeriye gireceğiz diye
düşünürken. Cerrahi maske sıkıntısından söz edilmeye başlandı.
Hep tulumlu
örnekleri görüp beklentimizi yüksek tutup kendimizce bir KKE düzeneği
oluşturmaya çalıştık. Damlacık yoluyla bulaştığı için tulumdan vazgeçtik. Zaten
deneyenler bilir tulumu içinde sadece 20 dk çalışsanız bile çamaşırlarınıza
kadar sırılsıklam oluyorsunuz.
Çin’ de vardiyalar dört saat hemşire,
altı saat doktor gibi, İtalya’da dörder saat aralıklarla tüm ekibin vardiya
değişikliği yapılıyor. Şehir hastanesindesin ve seni 4-6 saatte bir
değiştirecek korkusuz dr şimdilik ararsan bulursun ama bir hafta on gün
sonrası neler olacak bilemiyorum.
Demek istediğim tulumda ısrarcı
olmaya gerek yok, tulumu etrafı kontamine etmeden çıkarmak o kadar zor ki.
Tulumdan çıkıp, duş alıp eve gitmeniz gerek, o kadarını söyleyeyim.
*Aspirasyon (kapalı sisitem yok ise)
* Entübasyon sırasında
* Bronkoskopi esnasında
* NIMV desteği önerilmez ama bir şekilde veriliyorsa, Helmet maske olsa dahi
* Entübasyon sırasında
* Bronkoskopi esnasında
* NIMV desteği önerilmez ama bir şekilde veriliyorsa, Helmet maske olsa dahi
Bu işlemler esnasında tabiki N95 maske takılmalıdır (burnunuzun direğini kırmayak bir şey bulursunuz inşallah)
Koruyucu gözlük
Bone
Siperlik
Maske hasta odasından çıktıktan sonra en son çıkartılmalıdır.
Eğer hasta entübe ve solunum sekresyonuna maruz kalmayacak şekilde
içeri girip mekanik ayarı, ilaç takılması vs. gibi işlemler yapacaksanız,
cerrahi maske, tek kullanımlık önlük, çift kat eldiven yeterli deniyor.
Az sayıda pozitif vakanız varsa benim çalıştığım klinik gibi tekli
odalarda hastanızı takip ediyorsanız iyi, ancak kötü günler kapıda bir şekilde
tekli odalar bitip koğuşları kullanmaya başlayacak olursanız, tulum dışında bir
şansınız kalmayabilir.
N95 Bulamazsanız bakteri/virüs filtreleri kullanabilirsiniz deniyor.
Bizler de virüs filtreleri inşallah “çakma Çin malı” değildir
diye dua ederek güvenmek durumundayız.
Bunu yapan meslektaşlarımız da var, ellerine sağlık, vallahi benim aklıma gelmişti geçen yaz :)
Yüce
Mevlam bunu yapmak durumunda bırakmasın (Eşkişehir "Kalabak Su" damacanası)
Kendi
kliniğim için oluşturduğum solunum desteği yönetim cheklisti mi desem planı mı
desem onu da koyalım buraya
Bunları biraz görselleştirelim.
Çalıştığım klinikte Hamilton C3
mekanik ventilatörlerimiz var. Bildiğim kadarıyla cihazın iç aksamında
hepafiltre mevcut ama yine de bakteri/virüs filtrelerini kullanıyoruz.
Burada nemlendirmeyi pasif yapmışız,
malum her hasta ARDS olduğu için entübe olmuyor. ARDS tablosu varsa aktif
nemlendirme tercih edilmeli.
Noninvaziv önerilmiyor. Fakat
gerekliyse bir gün bize de gerekebilir. Helmet kullanılabilir deniyor.
Bu benim talep ettiğim Helmet maske:
İtalyan üretimi bu Helmetlerin ihraç
edilmesi yasak okuduğum kadarıyla. Bu da hastanemizin aldığı ürün.
Bu viral filtreler bizi kurtarır mı bilmiyorum
henüz deneme fırsatım olmadı onu da yazarım yakında, inspirium girişi çift
oksijen jakı gerektiriyor. Hazneye su konulmuyor anladığım kadarıyla. Bu maske
kullanımında deneyimi olan varsa önerilerini bekliyorum, şimdiden teşekkürler.
Nebül tedavileri konusu:
Virüs yayılımını arttırmamak
adına nebül tedavileri önerilmiyor, biliyorsunuz.
Hep merak ederdim bu hortumlardaki
delikleri neden yaparlar diye
Öncelerde ölçülü doz nebül uygulamak içinmiş
sanırım fakat çalışmalar bu şekilde kullanımını önermiyor, hele virüs
salgınında hiç kullanmamak gerek. İllaki gerekiyorsa bu şekilde
Ya
da şu şekilde aero-chamber kullanarak verilebilir deniyor.
Havayolu
aspirasyonu yapılır
Isı nem değiştirici çıkarılır
Isı nem değiştirici çıkarılır
Ölçülü
doz inhaler sallanır ve elle ısıtılır
Ventilatör devresindeki adaptöre bağlanır
İnspirasyon başında verilir
Her ilaç dozu arasında 15sn beklenir
Ventilatör devresindeki adaptöre bağlanır
İnspirasyon başında verilir
Her ilaç dozu arasında 15sn beklenir
Devre
tekrar kapatılır, deniyor.
Ayrıca
bronkodilatör etki süresi MV deki hastalarda diğer hastalara göre daha kısa olduğundan
her 3‐4 saatte bir verilmelidir deniyor.
Pasif nemlendirme uyguluyor iseniz, uygulama mantıklı
görünmüyor. Aktif nemlendirme tedaviyi teorikte ilaç biyoyararlanımını etkilemese
de aktif nemlendirmeyi maliyeti nedeniyle benim gibi kısıtlı hastada yani ARDS
endikasyonunda kullanıyor iseniz uygulayabilirsiniz, fakat bu endikasyonda da zaten kullanmıyoruz.
Bir de bu var
Ventilasyon
devresinin bütünlüğünü bozmadan filtrenin çıkarılmasına gerek duyulmadan
personelin enfekte olma riskiyle baş başa bırakmadan ölçülü, doz inhaler
uygulayabilirsiniz. Yine masraf çıkaracak bir şey buldum 😊
Bu
arada videolarengoskobum yok diye üzülmeyin.
Bunu
da acil uzmanı arkadaşım 3D yazıcı ile yazdırmış. En fazla maliyet 250-300 TL
gibi oluyor.
Bir arkadaşımız kullanırken kırıldığını söyledi, biraz daha geliştirmeye ihtiyaç var sanırım.
Tedavi algoritması akşamdan sabaha hatta her saat değişim
gösteriyor. Vaka sayısı artmakta ve enfeksiyon ve göğüs uzmanlarımız aşırı
yoğunlar bu nedenle tedavi algoritmasını herkesin kolaylıkla aradığını
bulabileceği gibi yapmak gerek.
Klorokin, Moksifloksasin, Amiodaron: Herhangi ikisi birlikte kullanılıyor ise EKG
ile Q-T aralığını takip edilmeli, kardiyotoksik istenmeyen etki
görülenlerde öncelikle azitromisin kesilmeli, daha sonra hidroksiklorokinin
önce dozu azaltılmalı, sorun yine devam ederse kesilmesi düşünülmelidir.
Oseltamivir için renal doz ayarlaması yapılması unutulmamalı.
•
COVID +
hastada steroid kullanımı: KOAH, Refrakter septik şok ve ağır ARDS de
•
Olası Vakanın Serolojisi Negatif Saptanırsa: COVİD-PCR tetkiki bir kez negatif
gelmesine rağmen ampirik tedaviden fayda görmeyen hastalardan 48 saat sonra
ikinci bir solunum yolu örneği tetkik edilmelidir. Ancak hasta 48 saat içinde
ampirik tedaviden fayda gördü ise 14 gün izolasyon önlemleri altında kalmak
şartıyla yoğun bakımdan çıkabilir.
•
COVİD-19 (+) Olup Düzelen Hastalar: İyileşen hastalardan 24 saat arayla alınan iki solunum
yolu örneği de negatif sonuçlanırsa taburcu edilebilirler. Hasta odayı
boşalttıktan sonra; oda temizliği ve yer yüzey dezenfeksiyonu yapılır. Odanın
havalandırılmasının ardından odaya yeni bir hasta alınabilir.
Bu arada tüm kişisel
koruyucu ekipmanları kullansak da doğal olarak en azından düşük riskli
gruptayız. Acilde ve COVİD polikliniklerinde hasta karşılayan tüm arkadaşlarıma
kolaylıklar diliyorum. Kendi adıma profilaksi almadım. Tam da bize ihtiyaç
varken oyun dışı kalmaktan çok korkuyorum.
Hayırlısı.
Kalın sağlıcakla.
29 Aralık 2019 Pazar
Biz yoğun bakım uzmanları neler yapıyoruz? Neleri istiyor, neleri istemiyoruz?
Yoğun
bakımdan hastamızı çabuk çıkarmak istiyoruz çünkü enfekte olmasın,
deliriyuma girmesin, ihtiyacı olanlara yer açılsın.
Derlenme
süresi kısa olan sedatifleri kullanıyoruz çünkü hasta istediğimizde çabuk
uyansın, solunum kasları zayıflamasın, ventilatör ilişkili pnömoni olmasın.
Hastalara
sürekli sedasyon vermiyor, vermemiz gerekirse de ertesi gün ya da planladığımız
iki ya da üç günlük takip sonrası sedasyon tatili vererek hastalarımızı
gözlüyoruz. Sonuçta her zaman dediğim gibi YB yan gelip yatma yeri değildir.
Hasta
yoğun bakıma girdiği anda daha monitörize edilmeden ağrı
belirtilerini gözlüyor, soruyor ya da mevcut hastalıklarının ağrıya neden
olabileceğini düşünerek ilk verdiğimiz order analjezik olabiliyor.
Birçok
hastada yoğun bakıma çekilme endikasyonu ağrının tetiklediği takipne
olabiliyor.
Kas
gevşeticileri, entübasyon
için gerekliyse, ağır ARDS vakası ise ya da teropotik hipotermi (hedeflenmiş
sıcaklık yönetimi) esnasında kullanıyoruz.
Hastanın
solunum sıkıntısı olduğunda kas gevşetici kullanmak nöbetinizi kurtarabilir
belki ama bu yaptığınız süpürdüklerinizi halının altına saklamaktan farksız. (Ne
oldu? VİP, pnömotoraks, hemoraji, mukoit tıkaç, ARDS’ye gidiş, tüp mü tıkandı?
Ağrısı mı var acaba? Yoksa komadan mı çıkıyor?.....vs)
Çok
kan tetkiki istemiyoruz mesela iki üç günlük kritik tablo geçtikten
sonra çoğu hasta KCFT, renal parametreler, hematolojik değerler açısından
stabilleşiyor, sadece venöz kan gazı takibi çoğu günü kurtarabiliyor. Böylece hastaları
iatrojenik anemiden korumuş oluyoruz.
Bununla
birlikte kan ürünü transfüzyonlarını yaparken bol keseden davranmıyoruz,
çünkü çalışmalar diyor ki yahu septik şok dahi olsa 7’nin altına
inmedikçe Hgb yükseltmek daha çok zarar verir.
Sepsisten
bahsetmesem olmaz, erken şüphelenip hemen tedavisine başlıyoruz.
Albümini ve K-vitaminini
kullanırken gerçekten endikasyonu varsa kullanıyoruz, çünkü pahalılar.
Biz
deliriumla çok uğraşırız hasta girmesin isteriz ama her şey de elimizde
değildir. Hasta hep 7/24 aynı odada sürekli monitör gürültüleri, tespit
bağları, bir sürü ilaç vs bir de NIMV yapıyorsanız, Napsın adam delirmeyipte.
Hepinizin
delirium hikayeleri vardır. Benimkilerden birini anlatayım size: Dede pnömoni, KOAH
akut atakta ama öyle basit NIMV ile toparlayıp taburcu edilecek tarzda değil,
septik tabloda ve akut böbrek hasarı var idrarı olügürik, hemşireler yılmış,
derler ya tüm damar yollarını çekiyor diye, seroquel verdik 50 mg (benim bildiğim
o kadar artık 200 müdür 300 müdür?) Ahh precedex olsaydı da verseydik biraz iyiydi.
Bırakın kateter takmayı yanına
yaklaşmak ne mümkün çağırın avukatımı hepinize bilmem neler yaparımlı
bildiğiniz tehditler dahil, son damar yolunu da kavramış avucunda el bombasının
pimini çekmekle tehdit ediyor bizi.
Bu arada hemodinamiğin bozuk olması yetmezmiş
gibi entübasyonu da zor şimdi obesite almış başını gitmiş, anlayacağınız durum
vahim. Ben ne yaptım hayatımdaki ilk ve belki de son prostat ameliyatını
gerçekleştirdim.
Nasıl mı? Şöyle:
Hasta
yattığından beridir ne sorsam konuyu prostatının büyüklüğüne ve ameliyat
gerektiğine getiriyordu.
Önce
çekilin ben doktorum edasıyla damar yolu bulmaya ve hastayı zapt etmeye çalışan
kalabalığın arasına daldım. Amca dedim anladığım kadarıyla bu damarlarına
taktığımız şeyler seni rahatsız ediyor eğer bana izin verirsen seni prostat ameliyatına
alacağım sonra da o elinde tuttuğun damar yolu çıkaracağım böylece tüm
dertlerin ortadan kalkacak. Sihirli kelimeleri duyan hasta birden durakladı
tamam anlaştık oldu.
Birden herkes durakladı ve birbirine baktı. Tamam dedim
getirin ameliyat örtülerini bir güzel amcayı steril yeşil önlüklerle örttük. Bu
arada ameliyat bölgesi gereği diyaliz kateterinin yer seçimi femoral bölge olmak
durumunda kalındı 😊.
Bir güzel boyadık
temizledik taktık kateterimizi. Bir süre sonra tamam amca prostat ameliyatı
bitti ama şu elinin üzerindeki istemediğin damar yolundan kurtulmak için bir de
kateter takmam gerek izin verirsen senin iyiliğin için dedim, amca mutlu ona da
kabul. Bir süre sonra sol subklavian kateterde tamam.
Herkes mutlu ama ben kan ter
içinde ameliyat yeşilleri içinde daha bir sürü işim var daha venövenöz
bağlayacağım amcaya.
Yeşilleri amcanın üzerinden alırken demez mi
“Fakat sen
de çok zevk aldın bu ameliyattan”
Amca ona zevk aldın denmez ama neyse çok
rahatladığım kesin. Sonrasında amca sağ salim taburcu oldu emlak zenginiymiş
apartmanlarının yarısını bize verecek olmuş da yakınları zor tutmuşlar diye
duydum😊.
Neyse
konumuza geri dönecek olursak neler yapıyoruz neler yapmıyoruz?
Hemen
hastayı gördüğümüz gibi beslemeye acele etmiyor, beslenme risk
değerlendirmesini yapıp riskli hasta değilse bazan yedi güne kadar
bekleyebiliyoruz, ama malnütrisyon riski yüksek ise refeedingi de
göz önünde bulundurarak bir planlama yapıyoruz.
TPN
vereceksek vitaminini mineralini de eklemeyi unutmuyoruz.
Hastaları
tüple beslerken 4 saatte bir rezidü kontrolü yapmıyor (günde bir kez)
distansiyon bulguları ve tolerasyonuna göre tedavi dozunu titre ediyoruz.
Hastalarımızı
erken mobilize etmeye çalışıyor ve dekübit gelişimlerini önlemeye çalışıyoruz.
Günlük
bakımlardan öteye gidip altta yatan patolojiyi saptamaya çalışmak işin
başka bir boyutu. Yoğun bakımda o kadar çok şey yapıyoruz ki altta yatan nedeni
saptamak bazan ikinci plana düşebiliyor.
Çoğu
zaman mesai bitiyor telefon başında bazan da rüyalarda devam ediyor yoğun bakım
mesaisi sizler sosyal medyada iken bizler kan gazlarına biyokimyalara
bakıyoruz.
İnsanlara
sürekli yakınlarının kaybının haberini veriyoruz ama buna alışamıyoruz, taburcu
olanın arkasından sevinmek çok keyifli epikrizi tamamsa.
Boşalan
yatağın dolması fazla uzun sürmüyor.
Yeni
maceralara hazırız daima ama biz yoğun bakımcılar gerçekten bize ihtiyacı olan
hastalara bakmak istiyoruz, ızdıraplarını gidermek için sonuna kadar elimizdeki
tüm imkanları kullanıp yorulduğumuza deysin istiyoruz, çaresiz insanların
ızdırap sürelerini arttırmak istemiyoruz.
Yoğun
bakımcılar azla yetinen insanlardır.
Daha az sedasyon,
daha az tetkik,
daha az transfüzyon,
hatta bazan daha az beslenme,
daha az medikasyon
Yazı yazma isteği
nereden geliyor içime bilemiyorum ama durduramıyorum bazan kendimi, şimdi
olduğu gibi, bu yazının hedef kitlesi var mı? Yok, en azından bir yoğun bakımcının
küçük bir anısı diyebilirsiniz, belkim. Yazdım rahatladım, blog benim değil mi? 😊
Daha az uyku…
Yoğun bakımcılar belki
de en çok ölebilme hakkına saygı duyulmasını ister, bir gün bu yataklarda
kendilerinin de yatabileceğini düşünürler, saygılarımla.
14 Aralık 2019 Cumartesi
Bir Yoğun Bakım Uzmanının Fikir Uçuşmaları ve Yeni Yıldan Beklentisi
Yine bir hafta
sonu akşamı yavrularımla geçirdiğim güzel anlar sonrası onların uyku saati, benim
de “Ne yapsam acaba?” saatim.
Strateji uzmanlarının komplo teorilerini
anlattığı Youtube videoları artık hiç ilgimi çekmiyor.
Yapay zekâ konusunda da (4-0)
gerideyiz ama hala farkında değiliz. “Yapay zekanın şerrinden koru bizi Ya
Rabbi!” Diye dua edeceğimiz günler yakındır.
“4-0” deyince bizim
Galatasaray kaç gol yemiş son maçında? Beş mi? Vallahi bilmiyordum. Futbol keyfimiz de kalmadı. “Bu da mı gol değil be kardeşim”
Hiç mi bir şeyimiz düzgün olmaz, hep mi bu kadar ezik olmak zorundayız?
Kur’an-ı
okuyorum her sayfasında yetim hakkını yeme, evsiz kalmışa dara düşene yardım et,
karşılık beklemeden maddi yardımda bulun, iyiliklerde yarış, barışa hayra
yönelik işler yap, affet demesine rağmen, oruç tutup namaz kılmakla dinini
sınırlayan, Kur’an-ı göz ardı edenlerden de af edersiniz artık tiksindim. Size
bir sır vereyim mi? Kur’anda insanların ancak yarısının inandığı, bu
inananların da yarısının Allah’a ortak koştukları için günaha battığı, ancak
geri kalan azınlığın kurtuluşa erişebileceğini bildirmiş Yüce Mevlam. Yani kabaca
%25’imizin cennet şansı var gibi… Sonuç olarak
“Bu dünyadan fayda yok, öbürü
de şüphelu”
Rahmetli dedem
kahveciydi, benim gördüğüm yaklaşık üç paket kadar sigara içerdi biri sönmeden
diğer birinci cigarasını yakardı, kahvehane masasında elinde sigarası
sandalyede uyuyakalırdı, 83 yaşında rahmetli oldu. O yaşa kadar bir şeyi yoktu slepp
apne dışında, onu da doktor olunca sonradan sonradan anladım, adamcağız
kükrerdi uyurken, bir ara kesilirdi nefesi sonra yıldırım gibi çakardı horultu
yeniden, nasıl uyurdum o gürültüde bir bakmışım sabah olmuş. Neden anlatıyorum
bunu yazları çıraklık yapardık beş erkek torunduk akrandık birbirimize, çay
götürürdük masalara, saat sekiz akşam TRT haber saatiydi, yeni yeni yabancı
futbolcular rekor ücretlerle ülkemize gelmeye başlamışlardı. Dedemin sözü geldi
aklıma “Uhh! Denizde yüzen gemi bu beya?” demişti, bir adama bu kadar
para verilir mi? Nedense aklımdan çıkmadı bu yaşa kadar. Sadede geleyim bu
kadar para veriyoruz bu yabancı futbolculara 2000 yılından bu yana bir Avrupa
başarımız var mı? Biz niye bu paraları saçıyoruz elin oğullarına. Yasaklayın şu
yabancı futbolcu mevzusunu bakın analar neler doğurmuş görün ülkenin dört
yanında, paramız bize kalsın, 80 milyondan 11 tane adam çıkmaz mı ya?
Diyeceğim o ki mutlu
olmak için Danimarka’lı, İsveçli, İzlanda'lı ya da Finlandiya'lı mı olmamız
gerekiyor du?
Adaletin bu mu dünya diyesi geliyor insanın, 2019 yılı başından Kasım’a
kadar yurt dışına kaçan hekim sayısı yanlışım yoksa 960 civarında şu anda 1000’i
geçmiştir diye düşünüyorum.
Ben bunları neden anlatıyorum, aklımdan
geçiverenler işte konu konuyu açıyor. Ülkemi seviyorum ama ülkemin insanları doktorlardan
pek haz etmiyor. Olsun ben işimi iyi yapayım da, iyilik bilirlerse ne ala,
bilmezse de canı…… modundayım, artık.
Gidebildiğim yere
kadar, öğrenebildiğim kadar, mümkün olursa öğretebildiğim ölçüde mutlu
hissedeceğim kendimi. Hele bir de icat çıkaracak kadar şanslı olabilirsem belki
o zaman mutlu olabilirim.
Bugün bir anket çalışması
geldi Whatsapp’tan, 12 soruluktu sanırım, bir çırpıda yanıtladım. Mutlu oldum.
2015 yılında katıldığım ilk yoğun bakım kongresiydi. Çok değerli hocalarım
yuvarlak masa toplantısı yaptılardı. “Ne istersiniz gençler bizden” diye
sormuşlardı. Ben de demiştim ki “Türk Toraks Derneği’nin her sene
asistanlarına eğitim kampları oluyor ve ücretsiz, sizler de böyle bir
organizasyon sağlasanız ne güzel olur” demiştim o zaman ki aklımla. Aradan
beş yıl geçti anladığım kadarıyla böyle bir organizasyon planı var ama ücretsiz
olacağını pek zannetmem.
Yine başka bir
derneğimizin toplantısında, bir önerim olmuştu, çok ta mantıklıydı, hala da
fikrimin arkasındayım. Buradan yeniden tekrarlamak istiyorum, yeni
nesil yoğun bakım uzmanlarının çalışma ortamları çok yoğun, birçok çatışmayla
uğraşmak, olmayan düzenleri kurmak ve malpraktisten kendilerini korumak zorundalar.
Kendilerini geliştirmeye, körelmemeye muhtaçlar. Bunu nasıl yapacaklar?
Sürekli Ankara’ya
İstanbul’a mı taşınacaklar.
Çoğumuz,
yerimize bırakacak yoğun bakımcı bulamıyoruz. Hadi bulduk diyelim, bir kurs olmuş
700 TL, koy yol parasını 1000 lirayı geçti mi? Gittin geldin yol yorgunluğu
cabası. Siz bana adam başı 100’er lira verin ben sizin için cihazın içinden
girip dışından çıkarım, Venö-venöz cihazını vidalarına kadar söküp takmayı öğretirim
😊 Bu işin şakası önerim odur ki.
Yoğun bakımı ilgilendiren çok değerli bu toplantıları video
çekimi yapalım, dernek sayfalarına yükleyelim, izlemek isteyen dernek hesabına
yatırsın ücretini 50-100 TL neyse, bizler de doya doya izleyelim bir kurs
parasına yedi toplantı izleyelim. Hem bu kadar emek harcanan toplantılar suya
yazı yazmaktan öteye gidebilsin, tüm camiaya ulaşsın. Hep birlikte gelişelim.
Çok merak
ettiğim ve katılmak istememe rağmen bir türlü fırsat bulamadığım, mesela yoğun
bakımların akılcı kullanımı toplantıları, palyatif bakım ile ilgili yakın
zamanda Kütahya’da yapılan sunumlar, ileri mekanik ventilatör uygulamaları, İzmir’de
İstanbul’da başlayacak olan toplantılar, toksikasyon toplantıları vs. daha
neler neler.
Kırk ya da
diyelim yüzer kişinin faydalanacağı bu çok emek harcanan ve altın değerinde
toplantıların belki de binlerce kişiye ulaşması çok daha etkili olmaz mı?
Ayrıca bu anlatılanları belki de yıllarca kahvesini yudumlarken durdurup
durdurup hazmederek dinlemek herkes için daha keyifli olmaz mı?
Ülkemiz
yoğun bakım kalitesini arttırmaya faydası olmaz mı?
Bu fikri elbet
ilk ve tek düşünen ben değilimdir, mutlaka tartışılmıştır, benim akıl edemediğim
noktalar mutlaka vardır. Affınıza sığınarak bu konuyu gündeme getirmek istedim.
Dahiliye asistanlık ve uzmanlık zamanlarımda
online toplantılar olurdu, firmaların sponsorluğunda Türkiye genelinde canlı toplantılar
olur, müsaitsek canlı izler değilsek video kayıtlarından izlerdik.
Buradan ülkemiz çağdaş
yoğun bakımlarının kurucusu olan değerli hocalarıma sesleniyorum. Bizler için yaptığınız
organizasyonlar çok değerli ama birkaç şanslı azınlık dışında sponsor
bulamıyoruz, hadi bulduk zaman olmuyor, zaman buldunuz iki gün izin aldınız
döner sermaye kesintisi çabası ve çoğumuz artık çok uzaklarda görev alıyoruz.
Yoğun bakım derneklerimizin
bu konuyu gündemlerine almalarını diliyorum, saygılarımla.
Kalın sağlıcakla, herkese yeni yılda mutluluklar diliyorum .
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hakkımda

- Dr Serdar EFE
- Daha iyi bir yoğun bakım işleyişi için heyecan duyan herkesi destek olmaya davet ediyorum. Bazı blog yazılarım bir yoğun bakımcı için hafif gelebilir, amacım ileri düzeyde akademik kafa karışıklığı yaratmak değil, aksine son literatürü de gözden geçirip, klinik deneyimlerimden de örneklerle bilgiyi kullanılabilir kılmak, hayata geçirmektir. Bu nedenle yoğun bakım eğitimim öncesi yanlışlarımı da gözden geçirerek, kritik hastayla her basamakta uğraşan sağlıkçı arkadaşlarım için de özetler vermeye çalışıyorum. Her yazımın sonunda yorum kutularını göreceksiniz, lütfen önerilerinizi, yorumlarınızı, beğeninizi ya da, eleştirilerinizi esirgemeyin. Bloğum için teknik destek almıyorum, amatörce başladım bu nedenle sayfa düzeni için önerileriniz de benim için çok önemli, saygılarımla, sağlıcakla kalın.