https://mintable.app/art/item/Art-watercolor/wTqH9v4gOO3NyjF
24 Ağustos 2021 Salı
9 Haziran 2021 Çarşamba
Post COVID Yoğun Bakımcı Sendromu
Bloğuma şöyle bir bakiyim dedim, en son yazımı yıl başında yazmışım, ikinci ataktan yeni çıkmışız üçüncünün geleceğinden emin ve oldukça da tükenmiş.
Tarihe not düşmek adına son altı ayımı şöyle bir düşününce önceki ataklardaki yaşlı hasta yoğunluğunun olmadığını hatta toplasan kendi 17 yataklı kliniğimde toplamda on kadar yaşlı hastam olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle Çin aşısının etkinliğine sonuna kadar inananlardanım.
Bununla birlikte yoğun bakıma kabul ettiğimiz hastaların yaş grubu 48- 60 yaş aralığındaydı. Önceki ataklardan farklı olan elimde net veri olmamakla birlikte hastaların daha çok obez kadın hastalardan oluşmasıydı.
Astım tanılı hastaları daha çok kabul ettim. Sevindiren bir durum önceki ataklarda entübasyonu takiben iki-üç gün içinde gelişen septik şok tablosu bu sefer nadiren ortaya çıktı. Entübasyon süreleri uzadı. Ekstübe edebildiğimiz hasta sayısı artış gösterdi. Bu durumda yaş ortalamasının düşmesi ne kadar etkendir, emin değilim?
Maalesef hepiniz gibi bende acı veren tablolarına şahitlik ettim. Bir aileden 52 yaşlarında anne ve babayı aynı yoğun bakıma birer gün arayla kabul ettik. Çocukları da çocuk yoğun bakımda takip edildi. 12 yaşında çocuk çok şükür 3 günde taburcu olabildi. Ancak önce babayı 3 gün sonra da anneyi ağır CARDS tablosu nedeniyle kaybettik. O kadar yaşlı hastayı çok ağır tablolardan kurtarabilirken ve bu kadar deneyim kazanmışken yaşadığım bu çaresizliği anlatmam. İki yan odada yatan eşinin vefatını anlamış gibi gözlerimin içine bakan ablanın bakışları hiçbir zaman gözümün önünden gitmeyecek. Çocuğun yaşadığı travmayı anlamak empati yapmak mümkün değil.
Mutlaka sizlere de soruyorlardır, hangi aşıyı yaptırayım, ne bulursan yaptır arkadaşım!
Dikkatimi çeken başka bir konu son bir ayda immun supresif tedavi alan 3 renal transplant hastasının iki doz aşı olmalarına rağmen ağır CARDS tablosuyla başvurması oldu.
Yine son 15 günde tekrar ileri yaş hastaları yatırmaya başlamamız oldu.
Birinci atak esnasında uzun süreli kısıtlamaların ardından 15 gün yoğun bakımda hiç COVİD vakamız kalmamıştı.
İkinci atak sonrası böyle bir dönem yaşadık mı hatırlamıyorum ama sanırım Ağustos 2020 de 3. atağın yoğunlaşmaya başladığı vakite kadar maksimum beş COVİD hastası takip etmiştik.
Şimdi de uzun süren 17 günlük kısıtlama sonrası 6-7 hasta ile tek yoğun bakımda devam ediyoruz.
Ara verir mi bilemiyorum. Bu sefer ki duygularım 4.atağın yine geleceği ama aşının yaygınlaşmasıyla birlikte sanki daha az yoğun bakım ihtiyacı olacağı gibi. Bununla birlikte son günlerde bizde olduğu gibi yaşlı popülasyonda aşının koruyuculuğu azalırsa, öncelikle 80-90 yaş arası grup ağırlıklı bir dönem daha geçirebiliriz diye düşünüyorum. Neyse falcılığa gerek yok.
İkinci atakta daha yoğun kullanmaya başladığımız Tocilizumab tedavisini 3. atakta daha fazla deneyimleyebildik. İki yoğun bakım uzmanı olarak endikasyon taşıyan yaklaşık 80 hastaya bu tedaviyi uygulayabildik. Tocilizumab alsın almasın yaklaşık 100 vakaya da kurtarma tedavisi olarak IVIG tedavisi verme imkânımız oldu.
Ağır CARDS vakası hemen tüm hastalarımıza HFNO ve gerektiğinde eş zamanlı rezervuarlı maske ile solunum desteği verdik.
Öyle dönemler oldu ki aynı odaya iki yatak koyduk, bir yoğun bakımcı 28-35 COVID hastası takip ettik.
Hasta yakınlarına bilgi verebilmek için mesaimiz 21-23 lere kadar sürdü. Anlattıkça içim sıkıldı.
Yoğun salgın koşullarında tocilizumaba ulaşma imkânı olmadığında IVIG tedavisini daha önce uyguladığımız da oldu.
IVIG tedavisini kurtarma tedavisi olarak kullandığımız için kontrollü çalışma yapmayı etik bulmadık.
Bu nedenle bu vakalarımızı retrospektif olarak taradık. İnşallah yakın bir dönemde bulgularımızı paylaşırım.
Unutmadan 3. atakta yaşlı birkaç hasta dışında immun plazma tedavisini neredeyse hiç tercih etmedik. Sevindirici sonuçlar da aldık.
25 haftalık gebeliği olan ağır CARDS tablosunda olan hastamızı HFNO+ RM desteği ile (SS:44/dk sat %89 iken acil servisten kabul ettik) acil C/S hazırlıkları yaptığımız esnada IVIG+ DEKORT, Dexmedotimidin, sağ yan pozisyon vererek, pernatoloğumuzun yoğun desteği ve yakın takibi sayesinde sat %94-95’lere yükseltebildik. Dört günlük tedavi sonrası HFNO desteği kesilebildi.6. günü servise verebildik. Miadında ve sağlıklı bir bebeği olduğunu öğrendik. 25 haftalık bir gebe hastamız RM ile sat %95 ancak 44 sol sayısı ile geldi bilat AC alt zonları %50 buzlu cam görüntüsünde idi. Yine IVIG tedavisiyle taburcu edebildik. Onun gebeliği devam ediyor. Üçüncü atakta iki yoğun bakım uzmanı arkadaşım ve birçok hemşire arkadaşım COVID ile enfekte oldular çok şükür ağır geçiren olmadı sağ salim aramıza döndüler.
Herkes kendi imkanlarınca, hislerince çabaladı bizim de kısaca özetlemek gerekirse böyleydi sürecimiz. Çok üzüldük, çok sevindik, çok yorulduk ama bu da geçti, çok şükür.
COVİD hastası bakmak o kadar içimize işlemiş ki yeni hasta profiline alışmamız bizi oldukça zorlayacak.
Siroz hastası hiç nöbet geçirir mi 12 yıllık dahiliye deneyimimde hiç görmemiştim.
Psikotik depresyon sonrası ası vakası, nerede o eski COVID’ler diyesi geliyor insanın, şaka bir yana post COVID yoğun bakımcı sendromu diye bir şey kesin var.
Çok uzatmiyim diyorum ama amaç tarihe kendimce not düşmek olunca eksikte kalsın istemedim.
Kalın sağlıcakla.
1 Ocak 2021 Cuma
"Uzun süre maske takarsan, altındaki kişiliği de unutursun."
Artık öyle bir hale geldim ki neredeyse her gün bir yakınım, tanıdığım, dönem arkadaşım enfekte oluyor ve bazıları hastalığı ağır geçiriyor, bazıları maalesef yenik düşüyor hastalığa.
Kendimce bir tedavi
algoritması oluşturdum. Çok ağır hastaların entübe olmadan kurtulduğunu
gördükçe mutlu oluyorum. Keşke yakınlarım benim kliniğime gelebilseler diyorum.
Sonra başarılı dediğim tedavi bir başkasında faydasız oluyor ya da bin bir
emekle taburcu olan hastalar hemoptiziyle, hiperkarbiyle tekrar yoğun bakımlara
geliyor. Tekrar araştırmaya başlıyorum, yine çaresizlik.
Kısıtlamanın rahatlamasını yaşadığım bu son on
günlük dönemde en azından beden yorgunluğum bir nebze de olsa azaldı. Kafa
yorgunluğum ne vakit toparlar bilemiyorum. Post travmatik stres bozukluğu böyle
bir şey mi bilmiyorum ama sürekli bir uyku hali. Kahve dışında bir şeyden zevk
almama hali. Son dokuz aydır olanlar belli ki kısa vadede değişmeyecek. Bu
nedenle bakış açımı değiştirmeliymişim öyle yazıyordu son okuduğum
kitapta.
Bir de şu yazıyordu "Uzun süre maske
takarsan, altındaki kişiliği de unutursun."
Bir film repliğiymiş. Uzun süre maske
takmaktan mıdır bilemiyorum ama nereye gideceğimi ne düşüneceğimi bilemiyorum
artık.
Önceleri beraber öğrenebileceğim ve aynı
zamanda öğretebileceğim bir ekip kurmaktı amacım. Kalite verilerini düzenli
takip edip aksayan noktaları gözlemleyip, aksayan noktalarda kök neden analizlerini
yapıp sorunlara çözüm bulmayı, iyi olduğumuz noktaları daha da geliştirmeyi amaçlamıştım.
Hemşirelerime hemen her gün eğitim verip onları kendilerini geliştirmeye
istekli hale getirmeye çalışacaktım. Yoğun bakımda takip ettiğim her hastamın
batın USG sini, akciğer USG sini yapacak hızlıdan bir EKO’sunu yapıp
hemodinamik parametrelerini takip edecek, gerektiğinde bronkoskopisini yapacak
rutin işleyişte kaçırdığım noktaları tespit etmeye çalışacaktım. İşimi iş
olmaktan çıkaracaktım.
Çocukluktan beri sürekli içimi tırmalayan sürekli
kendini geliştirme çabası bu günlerde yerini, işleri bir an önce yoluna
koyup biraz olsun dinlenebilme isteğine bıraktı. Çalıştığım hastanenin
fiziki koşulları ve tıbbi cihaz yeterliliği ve personel sayısı hayallerimi
gerçekleştirmem için harika bir ortam sunuyor. Bu satırları yazarken ve hayallerimi
bir bir sıralarken zihnim nereye gideceğimi, hedefimin ne olduğunu bana
hatırlatmaya çalışıyor sanırım.
Bu hedeflere hala ulaşmak istiyor muyum?
Emin değilim.
Tıp fakültesini kazanmak belki de çoğunuzun
olduğu gibi benim de hayalim değildi. Daha çok babamın hayaliydi. Hani bir oğlu
doktor bir oğlu avukat-hâkim olan babalar var ya hah işte o benim babam. Ben
yoksa mimardım şimdi belki de kimya öğretmeni. İkinci seçim zamanı geldiğinde
yine kendi hayalim değil eşimin telkiniyle karar vermiştim. Yoksa şimdi çoktan
genel cerrahtım. Neyse dahiliye asistanlığı da bitmiş beş yıllık uzmandım. Kitap
okuyup stabil bir memur hayatı edasında poliklinik yaparkene, daha hastalar
şikayetlerini anlatırken sekreterim ilaçları yazmaya başlamış olurdu. :)
Sonra bir şekilde yoğun bakım yan dalına
başladım ve meslek hayatımın en anlamlı ve dinamik sürecine girmiş oldum. Beş
yıldır hemen her gün yeni hastalar, yeni tanılar, aynı hastalık olsa dahi
farklı klinik seyirler, beni şaşırtan hasta ve yakınları.
Bu COVİD-19 geldikten sonra hayatımda değişimler
yaşamaya başladım. Kitaplar öyle söylediği için değil, iş yükünü kaldıramadığım
için arkadaşlarıma yakınlarıma “Hayır Demeyi Öğren!" dim.
Hayır o hastaya da bakamam çünkü gerçekten
yorgunum.
Hayır venövenözü bağlayamam çünkü çok
yorgunum.
Herkese yardım etmeye çalışmıştım, hatta bana
kötülük yapanlara dahi.
Şimdi
ise yardıma ihtiyacım olduğunda çok yardım gördüğüm söylenemezdi.
Bugün bu yazıyı yazma nedenim yeni yıla
başlangıç amacı taşımıyor.
Geçen yıl o hatayı bir kez yaptım bir daha da
yapmam herhâlde.
Özetle şöyle yazmıştım:
"Yoğun bakım derneklerinin değerli
yöneticileri, değerli hocalarım bu kursları, eğitim toplantılarını, kongreleri
online olarak da verseniz ne güzel olur."
http://www.yogunbakimkalite.com/2019/12/bir-yogun-bakm-uzmannn-fikir-ucusmalar.html
Sonrasında ne mi oldu evrene gönderdiğim mesaj
kabul oldu, malum virüs geldi. Hiçbir eğitim toplantısı yüz yüze yapılamadı. Ben
mutlu mu oldum, hayır tabiki de iki kongre ve sayısız online toplantının çoğunu
takip edemedim.
O kadar yorgundum ki hastaneden kendimi eve
attığımda saçımı kaç kere şampuanladığımı unutuyor çoğu zaman acaba vücudumu
keseledim mi acaba diye çıkıyordum duştan. Bir keresinde duştan çıktığımda
"Şarjza taktığım telefonumu elime alıp “Aaa ne güzel telefonun
saturasyonu %92 olmuş" dediğim bile oldu.
Geçen bir twette okudum, kızcağızın birinin geçen
sene yılbaşındaki isteği yurt dışına çıkabilmekmiş, benim gibi onun hayali de
gerçek olmuş şu anda İdlip'teymiş. Diyeceğim o ki hayal kurarken "ayırlısı
olsun beya" deyip geçmek en iyisi sanırım.
43 yıllık hayatım bana uzun süreçli hayaller kurmamayı öğretse de hayallerin geçerlilik süresi bu salgınla iyicene kısaldı gibi geliyor. Gün içinde tek yapabildiğim en fazla canı kurtarmaya çalışmak, sevdiklerime ve kendime bir şey olmaması için dua etmek.
Yani şu anda nereye gideceğimi bilmiyorum, bu
nedenle de hangi yoldan gittiğimin bir önemi yok gibi. Uzun süre maske takmak
belki de mecaz anlamının yanında gerçek manada da kim olduğumu, hayallerimi
unutturdu.
Bu salgın bitmeyecekse gene de hayattan zevk
alabilir miyim?
Hala hayattan zevk alabilmeyi düşünmek, doktor
arkadaşım daha dün babasını kaybetmişken, amcaoğlumun ağır akciğer tutulumu
varken bencillik mi?
Çizi reklamındaki gibi, Daha yemeğe çok
varsa?
Bu durumun daha ne kadar süreceği belli
olmadığına göre bakış açımı mı değiştirmeliyim?
Acaba nereye nasıl bakmalıyım?
Gemi/rüzgâr alegorileri beni çok etkiler. Güzel
sözlerdir. Duymayan yoktur, herhâlde.
“Gideceği limanı bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr
yardım edemez!”
Bir de bu var:
"Nereye gittiğini bilen bir yelkenlinin
önünü kesecek bir rüzgâr yoktur"
Ben nereye gideceğimi bilmiyorum. Bu aralar tek düşündüğüm bu.
Hep renkli bir hayat yaşamak
istemişimdir ama oldukça sıradan bir hayatım oldu. Ama iç
sesim hep renkliydi. Şimdilerde de onu karartmamaya çalışıyorum. Bu
sancılı bir değişim sürecinde belki de en çok sancı çeken bizler olabiliriz.
Galiba şöyle düşünmeliyiz.
Güneşin doğması yakın…
"En
karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.”
Ben ne yapıyorum bu kısıtlama günlerinde,
içten içe biliyorum ki üçüncü dalga çok da uzak değil, bu nedenle biraz enerji
depolamaya kafamı dağıtmaya çalışıyorum. Hayattan zevk alamasam da olup bitenlere
uyum sağlamaya çalışıyorum.
Biraz konuyu değiştireyim.
Eşim de giymediği ama vaz geçemediği kıyafetleri
dışında benim gibi minimalist olduğu için çok gerekli eşyalar dışında pek
mobilyamız yoktur. En son taşındığımızda kitaplarımı kutulamıştım 15’e yakın orta
boyda ilaç kutusu, çoğu da okuyamadığım kitaplar. Neredeyse iki yıldır onları
gün yüzüne çıkarma planım var. Kocaman beyaz bir kütüphaneye yerleştireceğim ve
nihayet altını çizdiğim yerleri tekrar okuyabileceğim. Bu konu her açıldığında
eşimden veto yedim. Tozlanacak o kütüphane sonuçta. Ondan ötürü!
Madem öyle bende çalışma odamda duran gardolabını
kesip kütüphaneye çevireceğimi ve kıyafetlerine yer bulmasını istediğimde bu
sefer eşim ciddi olduğumu anladı. Sunta kesmek için otomatik testere bile
aldım, depoda görebileceği bir ayak altı yere koydum. Tabi işlem toz
çıkarabilirdi. Netice itibariyle kütüphane iznini aldım.
Bir ay sonra da çekme karavan hayalimi
gerçekleştirirsem, Allah ömür verirse bir yoğun bakımcının gezi hikayelerini
de buradan paylaşabilirim.
Aslında her şeyi bırakıp küçük bir sahil
kasabasında, küçük bir yoğun bakıma mı taşınsam diye düşünmüyor değilim. Neyse
o biraz beklesin. COVİD bittiğinde varsa öyle bir hakkım, üç ay ücretsiz izin
alıp hayalini kurduğum kitabımı yazma isteğim var.
Bu gece hayata bakış açımı ancak bu
kadar değiştirebildim.
Hayallerimi biraz hızlandırmaya karar verdim.
Bu gece
de affınıza sığınarak, sizden biri olarak son dönem duygularımı paylaşmak
istedim.
Sahi bu kurak ve acımasız salgın günleriyle
sizler nasıl başa çıkıyorsunuz?
Akıl sağlığımızı koruyabilmek için bana ve
diğer yoğun bakımcılara önerileriniz neler olur?
Sağlıcakla
Popüler Sayfalar:
http://www.yogunbakimkalite.com/2020/04/dunyann-yanacag-senden-belliydi-cocuk.html
http://www.yogunbakimkalite.com/2020/03/covid-19-2020yi-yedi-bitirdi-telafisi.html
http://www.yogunbakimkalite.com/2018/12/aprv-modunu-kullanyor-musunuz.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/07/sv-tedavisini-kime-nasl-yapyorsunuz.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2018/07/kolloid-svlar-hangi-hastalarda-tercih.html
https://www.yogunbakimkalite.com/2019/01/sv-tedavisinde-ertesi-gun-yontemi.html
4 Aralık 2020 Cuma
28 Kasım 2020 Cumartesi
YAPRAK DÖKÜMÜ
Geçen
hafta sonuydu yavruları aldım yanıma güneşli bir günde kışın belki de son
yürüyüşünü yaptık. Kestane ağaçlarının dökülen yapraklarını eze eze ittire
ittire yol almaya başladık.
Güneşte öyle güzel parlıyor, insanın içini
ısıtıyor. Ne klişe oldu ya son cümle. Olsun basit ama güzel.
Dönüşte markete uğradık belki de yeni gelecek
yasaklardan önce son defa.
Yavruların biri Amerikan kaptanını aldı, büyük
olanı da Fil Necati’nin üç boyutlu bir simülasyon uygulamasıymış onu. Bu arada
bayılıyorum bu file şu repliği güzel “Acaba başka gezegenlerde de yemek var
mıdır?”
Ben
se evde henüz kapağı açılmamış onlarca kitabım olmasına rağmen gözüm yine kitap
reyonunda.
Otuz
yaşımda başladım okumaya. Belki çok geç kalmıştım belki de tam zamanıydı.
Bazı
kitapları okurken “bunu eskiden okusaydım bana şimdi verdiği duyguları vermesi
imkansızdı” diye düşünüyorum. Yanlış zamanda okunmuş bir kitap olurdu
çoğusu.
Yani
yaklaşık 12 yıldır kitap okuyorum. Hep kişisel gelişim. Öyle ki artık aynı
örneklerden bahseden yazarlara kızıyorum.
-Sen
de mi ya!
-Yine
mi ya!
Artık başka şeyler söylemek zamanı
diyorum içimden, geçin bunları…
Sonra
düşündüm o anda sen neden hiç şiir kitabı okumadın?
Hani
kişisel olarak gelişmeye çalıştın da ne oldu? İyiliksever oldun da çalışkan
oldun da. Ne oldu?
Herkes
esnek çalıştı, düğün dernek taziyeye gitti, batak oynadı, king oynadı, sen mecburi
Coronacısın.
Çok
şükür hala sağlıklısın, çok şükür en azından bedenen 😊
Tamam
hala polisiye okumaya hazır değilsin ama şiir kitabı bir denesen.
Aaa
bak Nazım Hikmet’in kırmızı kapaklı ince bir kitabı.
46.
Baskı kesin en çok sevilen şiirleridir, muhtemelen.
Sadece
8 TL!
Aldım hemen hiçbir mısrasını bile okumaya
gerek duymadan.
Biraz
ilerde “Kürk Mantolu Madonna” kitabının yazarı Sebahattin Ali’nin
nasıl tarif etsem yarım A4 kağıdı büyüklüğünde kitapları.
Yan
yana sıkıştırılmış bir köşeye. Ya ne ünlü oldu bu adam da. Birçok yayın evinin
basımına rastladım farklı kitabevlerinde, marketlerde.
Aaa
onun da şiir kitabı varmış harika. Hem de 7,90’a.
Buna
şaşırmıştım, hemen oracıkta birkaç satır okuyim dedim. Bir de ne göreyim
çocukluğumdan beri dilimde pelesenk olan (hiç sevmem bu kelimeyi de nedense?)
birçok şarkının yazarıymış.
Dışarıda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış…
Geçmiyor günler
geçmiyor.
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler
oyalar
Aldırma gönül,
aldırma…
Görecek günler var daha
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter…
Ben gene sana
vurgunum.
Benim meskenim dağlardır.
Ne dost ne bir sevgili,
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar
melankoli
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa Leylim ley
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Ayın şavkı vurur sazım
üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm
üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan
sar beni
Ben miyim cahil olan yoksa merak etmeyenin bilemeyeceği ya da duyamacağı bir şey mi bu?
Yıllardır belki de
her birimizin ezbere söyleyebileceği mısraların yazarını, adamcağızın öldüğü
yaşta öğrenmek.
Bazan hayat beni çok
şaşırtıyor. En son iki yıl önce Subhaneke ve Ettahüyatü diye ezberlediğimiz
namazda okuduğumuz duaların Kur’an ayeti olmadığını öğrendiğimde bu kadar
şaşırmıştım.
Nereden geldim buralara ben
gene. En son yavrularla yaprakları savuruyorduk, kaldırımda. Hoş bir tesadüf
oldu bu akşam. Nazım’ın şiir kitabını aldım elime. Hikayenin sonunu merak
ettiğimden değil ama hayat hikayesini bu son üç sayfaya özetlemişler. Sonra iki buçuk sayfada yazarın şiir tadında
özetlediği otobiyografisini okudum. Sonra bir sayfa daha geri geldim. Şiirin
adı “YAPRAK DÖKÜMÜ” aynı böyle tüm harfler büyük punto, Eylül 1961’de Laypzig’de yazmış. Belki de son
şiirlerinden biridir.
Önce yavrularımın fotosunu iliştireyim şuraya sonra Nazım’ın güzel şiirini.
elli bin şiir roman filân okudum yaprak
dökümünü anlatır
elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak
dökümünü
düşüşlerini
sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını
kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın
ucunda
ama yaprak
dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk
üstüne
hele o gün sancımıyorsa
yüreğim
hele sevdiğimin
beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün
insanlarla ve kendimle aram iyiyse
yaprak dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarla yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.
Nazım Hikmet
6. Eylül’61
Hayatta
aynı şeyleri görsek te, aynı şeyleri yaşasak ta, bazıları tarihe not koyar.
İyi ki de koyarlar. Şaire selam olsun. Her şey senin anlattığın gibiydi.
Hava güneşli,
Benim havam iyiydi,
Ağaçlar kestane,
Çocuklar yapraklar üzerinde,
İnsanın içinin burulmaması mümkün mü?
Bu resimler de gezinin devamından bonus olsun.
Sağlıcakla
drserdarefe@gmail.com
Kasım 2020
25 Ekim 2020 Pazar
Entübasyon erken olmasın, geçe de kalmasın. Keyifli bir yazı olmuş.
"Sessiz hipoksemi" ve COVID-19 entübasyon
- Chris Nickson , Jack Iwashyna , MD ve Paul Young
- 25 Eyl 2020
COVID-19: Bebeği banyoda tutmak (2. Bölüm)
Hayat kısa ve sanat uzun, fırsatlar uçup gidiyor, deneyler tehlikeli ve yargılama zor
Hipokrat
Lütfen efendim, biraz ketamin ve mavi puro alabilir miyim
... kavgacı, heyecanlı, hipoksik hastanın gerçekte ne anlama geldiği (Dr Cliff Reid'e ( @cliffreid) göre ; "mavi puro" endotrakeal tüp için konuşma dilinde bir terimdir)
https://litfl.com/silent-hypoxaemia-and-covid-19-intubation/
17 Eylül 2020 Perşembe
15 Eylül 2020 Salı
Kimine düğün, kimine ...
Yazmak hep aklımın bir kenarında olmasına rağmen yazmanın beni rahatlatamayacağı kadar yorucu ve bitik günler yaşadım. Günü kazasız belasız atlatmak derler ya hemen her günü çok şükür bugün de bitti, dinlenebileceğim diye bitirdim.
Mart 18 de ilk malum virüs vakamızı aldığımızdan beri ortalama günlük en fazla vaka sayımız 5 iken son bir aylık dönemde sadece bir gecede 4-5 ağır COVID- ARDS vakası almaya başladım.
Önceden şüpheli vakaları ekarte etmek için verdiğim emeği şimdi pozitif yeni ağır vakalar için vermeye başladım. Olağanüstü zamanlardan geçerken hele yoğun bakım uzmanıyken konforumun peşimden koşturacak halim yoktu ama 34 yatağa tek başıma bakarken 25’i pozitif bir de icapçısın deyip akşamın bir saatinde evimde biraz olsun dinleneyim diye uğraşırken, 500 metre ilerdeki yoğun bakıma hasta almam istendiğinde hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yapıp “yeter artık üstüme bu kadar da gelmeyin!!!” deyip telefonu kapattım, mesleğimi sorgular hale geldim.
Yazdıkça aklıma geliyor, yine bugünlerde beni üzen başka bir olay daha oldu. Alnımdaki çizgilerde saçımdaki beyazlarda yer eden; 6 yıl tıp eğitimimi ve 5,5 yıl iç hastalıkları asistanlığını yaptığım (o zamanlar 5 yıldı normal süreç) Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim görevlisi kadrosu için beklediğim kadronun açılmadığını öğrendim.
Şimdi bile yazarken içim ürperiyor. Üç yıldır iç hastalıklarından hocalarımla sağ olsunlar sürekli irtibat halindeydik, hatta olur mu diye zorunlu hizmet için bile beni alıp rektörlüğe götürdüler, böyle bir şey mümkün değil sen zorunlu hizmetini bitir gel zaten ihtiyaç var diyen yöneticilerimiz görüşme talebini bile kabul etmediler, puanım fazlasıyla yeterli olmasına rağmen bazı hocalarımız yetersiz olduğunu iddia edip işi yokuşa sürdüler.
Benim ilk eşimden yavrum da Eskişehir’de yaşıyor bu nedenle biraz olsun yakınında kalmaktı arzum. Edirne’de yoğun bakım yan dalımı yaparken üniversitemizin daha öncesinde otopark olarak kullanılan alanına yapılan yoğun bakım hastanesinin inşaatının etrafında dolanırdım izine her geldiğimde. Camları da takılmış, eski hastane bloğuna bağlantı da yapılmış…..
Açılış süreci uzadıkça ya derdim Yüce Mevla’m bu kadar mı olur tam ben yoğun
bakımcı oldum yeni hastane nasip ettin. Benim zorunlu hizmetimin bitmesine anca
yetişecek. Bu yoğun bakım hastanesinde de Üniversitemiz’in Kurucu Rektörü
merhum gastroenteroloji hocamız Esat ERENOĞLU hocamızın adı
yaşatılacak, benim de vizitlerine derslerine katılma imkanı bulduğum değerli hocamızı
rahmetle anıyorum.
Yani benim için süreç aklımda sadece
zaman meselesiydi. Zaman geldi, dosyamı verdim, hani o ilanlar var ya bir
arkadaşımın tabiri ile “kırmızı gözlüklü yoğun bakım uzmanı olmak” diye
beklerken hiçbir şey olmadı ilana çıkıldı ama ismim yoktu. Bu konuda hiç kimseye kırgın ya da kızgın değilim, işte şu
hoca istememiş, bu hoca kendi bölümüne kadro açmış, bu hoca hastanede
dahiliyeci yoğun bakımcı istemiyormuş…..vs.
Bu durum benim hayatımda tek üzücü durum değil ona buna bahane bulmak ağlanmak benim hayat tarzım değil. Bu olmadıysa evren bana daha mutlu olacağım fırsatlar sunacaktır belki de kim bilir. Üzücü olay deyince aklıma geldi, İlk defa evleniyorum o ilk dans parçası var ya işte o parça ben ne bileyim gelinle damat o parçayı özel olarak seçermiş, her şeyin ilki zor oluyor tabi, biz kalktık dansa bir de ne çalsa beğenirsiniz son günlerin popüler parçası “Neler oluyor bize, neler oluyor bize” gülsem mi ağlasam mı, çocukluk işte 22 yaşında evlenmeye kalkarsan. Neyse ikinciye evleniyorum bu sefer deneyimliyim ya hemen parça seçelim diyorum bu sefer de sürpriz olmasın. Bizim hatun benim bloğu pek okumaz o yüzden rahat anlatıyorum bunları aramızda kalsın. Kayınvalidem güzel bir parça duymuş hah tamam o olur diyorum, adı neydi? “?…?..” vallahi hatırlamıyorum şimdi Eskişehir’li bir sanatçımızın, bulunca linkini atacağım yazımın üstüne. Bu sefer ne olsa beğenirsiniz davetliler hazır biz 8-10 adımlık merdivenden dumanlar meşaleler içerisinde arzı endam ederken tam düzlüğe ulaşıp 3-5 adım atmıştık ki, o son adımı atmayacaktım. Gelinliğin duvağına basmamla eşim geriye kaykıldı, sonrasında da duvağı ne kadar takmaya çalışsam da tutturamadım, kızcağız ilk dans parçası boyunca somurttu. Şarkısı bile var “Duvaksız gelin olmaz “ diye ama oluyormuş işte. Duvak önemli çok uzun olmamalı mümkünse yerden sürünmemeli. Bu yazdıklarımı bir arkadaşıma anlatmıştım. “Senin bu anlattıklarını ben rüyamda kabus diye görüyorum” demişti. Tabi şimdi anlatması kolay.
Diyeceğim o ki Allah hepimize sağlık versin yavrularımızı iyi insanlarla
karşılaştırsın. Hepimiz ne travmalar yaşıyoruz, gün geliyor gülüp
anlatabiliyoruz.
Durmaksızın öten cihazlar arasında,
yakınlarının ilgisinden uzak, yalnız başına ölüm korkusu içindeki hastalarıma bir nefes olmak her şeyden önemli. O hastanede
olmuş bu hastanede olmuş hiç umurumda değil. Kendimi yerlerine koymayı beceremiyorum, yapamıyorum üç evladımdan ve eşimden, sevdiklerimden
habersiz, belki de hiç çıkamayacağım bir odada dünyadan habersiz…
Neyse bitireyim artık.
Üzüldüm mü üzüldüm.
Kırıldım mı kırıldım, moralim çok
bozuldu, konsantrasyon bozukluğu yaşadım, uykusuzluk yaşadım, depresyon muydu
zannetmem, iştahım hiç azalmadı, şimdi de konusu açılmazsa aklıma bile
gelmiyor.
Çok şükür en azından şimdilik
sağlıklı nefes alabiliyorum, çok şükür.
Kaybettiğimiz meslektaşlarımızı
saygıyla anıyorum, mekanları cennet olsun.
22 Ağustos 2020 Cumartesi
google analytics'i kullanma hakkında
Daha sonra okuyabilmek için köşede bir dursun. Şimdi hiç vaktim yok
https://medium.com/@candurmaz/google-analyticsi-kullanmanin-pufnoktalari-8870d36d7dc6
Hakkımda

- Dr Serdar EFE
- Daha iyi bir yoğun bakım işleyişi için heyecan duyan herkesi destek olmaya davet ediyorum. Bazı blog yazılarım bir yoğun bakımcı için hafif gelebilir, amacım ileri düzeyde akademik kafa karışıklığı yaratmak değil, aksine son literatürü de gözden geçirip, klinik deneyimlerimden de örneklerle bilgiyi kullanılabilir kılmak, hayata geçirmektir. Bu nedenle yoğun bakım eğitimim öncesi yanlışlarımı da gözden geçirerek, kritik hastayla her basamakta uğraşan sağlıkçı arkadaşlarım için de özetler vermeye çalışıyorum. Her yazımın sonunda yorum kutularını göreceksiniz, lütfen önerilerinizi, yorumlarınızı, beğeninizi ya da, eleştirilerinizi esirgemeyin. Bloğum için teknik destek almıyorum, amatörce başladım bu nedenle sayfa düzeni için önerileriniz de benim için çok önemli, saygılarımla, sağlıcakla kalın.