30 Mayıs 2020 Cumartesi

"Bel ile kaburgalar arasından çıkan su"




Kur’an-ı Kerim’in Tarık Suresi 6. ve 7. Ayetleri insanın fırlayan bir suyun parçacığından yaratıldığını ve o suyun bel ile kaburgalar arasından çıktığını belirtiyor bu hep kafamı kurcalardı. Bu akşam radyoloji Profesörü Tamer Hoca’nın evrim ile ilgili 5 dakikalık bir videosuna denk geldim. Recurren sinirin neden ters açılandığını  anlattıktan sonra, testislerin beslendiği arterlerin nereden başlangıç gösterdiğini de resimlerle çok güzel özetlemiş hocamız.

Bir anda bu ayetleri hatırladım. Testislerin kendine yakın ana arterlerden değil de nereden kanlanmasını sağladığına dikkat edince şaşırdım. Anatomi ikinci sınıfta kaldı biraz, biraz da TUS sınavına çalışırken. Biraz da ihtiyaç olunca girişimlerde yolumu bulmak için. Bu nedenle internette bir araştırma yaptım, o zamanlar bu kadar metaryel yok bir anatomi atlası vardı, bir de yemek tarifi gibi kırmızı bir kitap hatırlıyorum. Anatomi atlası yazdım yüzlerce sayfa açıldı. Tıp gelişti iftihar etmek lazım. Netice itibariyle Testisi dolduran sürahi neymiş. Suyun kaynağı neresiymiş? Hatırlamış oldum.


 

Tarık Suresi'nin ayetlerinde fırlatılan suyun nereden geldiğinden (insanın fırlayan bir suyun parçacığından yaratıldığını ve o suyun bel ile kaburgalar arasından çıktığını) bahsediyor olabilir. Bu da hekim olarak benim yorumum. Testislere taşınan suyun kaynağı kaburgalarımız ile belimiz arasındaki damar yapıları olabilir diye düşünüm bu akşam. Belki de.  



“Doğrusu, biz insanı karışım olan bir damla sudan yarattık. Halden hale geçiririz onu. Sonunda onu işiten ve gören yaptık.” (İnsan, 76/2)
  
“O, odur ki, yarattığı her şeyi güzel yarattı. Ve insanın yaratılışına çamurdan başladı. Sonra, onun neslini bir özden, hor görülen bir sudan oluşturdu.” (Secde, 32/7-8)

 “Sizi basit bir sudan yaratmadık mı?” (Mürselat ,77/20)



26 Mayıs 2020 Salı

ESICM BAŞKANININ MESAJI (05/09/2020)


DEĞERLİ ÜYELER VE ICM TOPLULUĞU ARKADAŞLARI

Mevcut pandemi, yoğun bakım gerektiren çok sayıda hastayı hastanemize getirdi. Yoğun bakım uzmanları olarak yoğun bakım ünitelerinde çok sayıda hastaya baktık ve hemşireler, müttefik sağlık profesyonelleri ve diğer uzmanlık alanlarından hekimlerle çalıştık. Bu, hastanelerin ve yoğun bakım ünitelerinin organizasyonunda büyük bir adaptasyon ve hem fiziksel hem de zihinsel olarak dahil olan tüm personel için muazzam çabalar anlamına geldi. 

Öncelikle tüm bu meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz. İkincisi, bu bize multidisipliner geçmişimizin önemini hatırlattı   Avrupa Yoğun Bakım Tıbbı Derneği olarak bu salgının başından beri liderlik sağladık ve topluluğumuzu bir arada tuttuk.

Bu gerçekten dayanışma ve güven zamanıdır, tek görev kritik hastalarımızın bakımıdır.

Modern yoğun bakımda, özel olarak eğitilmiş yoğunlaştırıcılar olarak, hasta bakımı ve karar verme sorumluluğunu taşıyoruz. Yoğun bakım üniteleri hastanelerde, kaynak bakımından ve yatak stoğunun bir oranı olarak giderek daha önemli bölümlerdir.
 
Birçok ülkede, doktorlar yoğunlaştırıcı olmak için temel uzmanlıklarına ek olarak ekstra eğitim alırlar ve bazı ülkelerde Yoğun Bakım Tıbbı temel bir uzmanlık alanıdır. Önemli olan, eğitim sırasında doktorların multidisipliner Yoğun Bakım Tıbbı uygulamak için yeterli zamana sahip yeterli yetkinlik kazanmasıdır.   

Hastaların eğitimli intensivistler tarafından bakılması durumunda hasta sonuçlarının daha iyi olduğu gösterilmiştir. Her ne kadar yoğunlaştırıcılar farklı temel uzmanlık alanlarına ve ilgi alanlarına sahip olsalar da, hastayı bir bütün olarak tedavi etmek için gerekli olan çok çeşitli beceri, bilgi ve yetkinlikleri uygulamak için genel bir yaklaşım sürdürmek zorundadırlar.
 
Avrupa Yoğun Bakım Tıbbı Derneği (ESICM), on yıldan fazla bir süre önce, Avrupa Tıp Uzmanları Birliği (UEMS) Konseyi tarafından onaylanan Yoğun Bakım Tıbbı'nda (CoBaTriCE) uluslararası yeterliliğe dayalı eğitim programını tanımladı.  

Eğitimli intensivistlerin yetkinlikleri ve bilgileri son on yıllarda önemli ölçüde artmıştır. Havalandırma ve dolaşımı sürdürmek ve sadece hastanın iyileşmesini beklemek geçmişte kaldı. Yoğunlaştırıcılar günlük uygulamalarında rutin olarak CVVH, ultrason, ECMO, bronkoskopi, beslenme, antibiyotikler ve diğer birçok tedaviyi yaparlar. Fiziksel refahın yanında, hastaların ve ailelerinin zihinsel refahına ve uzun vadeli sonuçlara dair artan bir içgörüdür.  

Yoğun bakım ünitemize başvurduğumuz kritik hastalığı olan COVID-19 hastalarının birçoğu solunum, böbrek, kalp, hematolojik ve hastane enfeksiyonları gibi geniş kapsamlı ve karmaşık problemler sunmaktadır. Bütün bunlar, yoğun bakım uzmanları olarak sahip olduğumuz uzman bilgi ve yetkinliklerini gerektirir.

Yoğun Bakım Tıbbı, diğer birçok uzmanlığın ötesine geçen eşsiz bir meslek haline gelmiştir. Yoğunlaştırıcı olmak sadece unvanla ilgili değil, daha çok yeterliliklerle ilgilidir . Şu anda, başka hiçbir uzmanlık, yeterlilikler ve bunları edinme süresi müfredatının bir parçası olmadığı sürece, Yoğun Bakım Ünitesinin sorumluluklarını yerine getirmek için “doğal olarak yetkin” olduğunu düşünmemelidir. Hiçbir temel uzmanlık doğal yetkinlikleri talep etmemelidir.

Yukarıda belirtildiği gibi çok disiplinli bir karaktere sahip Yoğun Bakım Üniteleri farklı uzmanlıklardan oluşabilecek personel üyelerine ihtiyaç duyar. Yoğun Bakım Tıbbı karmaşıktır ve çeşitli geçmişlerden gelen yoğunlaştırıcıların yakın işbirliği kritik hastalara yönelik bakım kalitesini artırır.
 
Yoğunlaştırıcıların Avrupa ülkeleri arasında serbest dolaşımı önemli bir konudur. Bir Avrupa ülkesinden bir tıp uzmanı, diploması otomatik olarak kabul edilerek başka bir ülkeye geçebilir. Bugün, yoğunlaştırıcı olmak için homojen eğitim ve öğretim eksikliği bu hareketi engelliyor. Bir Avrupa ülkesinden bir yoğunlaştırıcının, farklı eğitim gereklilikleri nedeniyle, sıklıkla başka bir ülkeye kaydedilmesi için ek eğitim alması gerekir.   
 
Diğer uzmanlıklar arasında paylaşılan yetkinlikleri teşvik etme ve yoğunlaştırıcıların serbest dolaşımı konusundaki liderlik Toplumumuzda mevcuttur. Bu liderliği kullandık ve kapsayıcı olarak ve Yoğun Bakım için temel özellikleri temsil eden diğer Toplumlarla işbirliği içinde yapmaya devam ediyoruz .

Avrupa Anesteziyoloji Derneği'nin (ESA) yakın zamanda üyelerine Yoğun Bakım dahil adını değiştirmeyi öneren bir mektup yayınladığını biliyoruz. Bu teklif ESICM'ye danışılmış ya da bunu kabul etmiş gibi yanlış algılanmamalıdır. Cumhurbaşkanımız ve Cumhurbaşkanımız da dahil olmak üzere çoğumuz anestezi uzmanları ve intensivistleriz. Temsil ettiğimiz yoğun bakımda çalışan tüm anestezistlerin kritik hastalara bakım yapma yeterliklerini kazandıklarını bildiğinden eminiz. Bir unvan, tam tersi değil, yeterlilikleri izlemelidir.

Yoğun Bakım Tıbbı ESICM'in temsil ettiği şeydir. Yaklaşımda birleşik kalalım, uzmanlığımızla ve temsil ettiğimiz şeyle gurur duyalım ve toplumumuzun platformunu kullanarak, dünyanın dört bir yanında acımasızca ve cesurca çalışan yoğun bakım profesyonellerini temsil etmek, hayat kurtarmak için kullanalım. 
 
Birlikte Yoğun Bakım Tıbbıyız.

Saygılarımla,
 
Prof. Jozef Kesecioğlu , ESICM Başkanı
Prof. Maurizio Cecconi , ESICM Başkanı

Mercedes Sosa & Luciano Pavarotti - Caruso

4 Nisan 2020 Cumartesi

“Dünyanın yanacağı senden belliydi çocuk. Dünya yanıyor aheste aheste. Hem de çocukları öldürmeyen bir virüsle…”


Malum virüs nedenli bunca hengamenin koşuşturmanın, whatsapp gruplarındaki paylaşımların içinde beni en çok etkileyen aklımdan çıkmayan iki yazı oldu. Aslında biri sadece üç cümlecik. O da başlıkta okuduğunuz cümleler. Yorumlamaya gerek var mı? Kim söylemiş bilmiyorum ama hep aklınızda olan şeyi bazı insanlar öyle tarif eder ki donar kalırsınız. Kıskanırsınız içten içe, “Acaba gün gelir ben de böyle tam yerinde ve zamanında söylenen sözler edebilecek miyim” dersiniz. Neyse bu kadar kıskançlık yeter.

Küresel ısınma lafını duyduğumda aklımdan hep şu geçer. “Ya koskoca, milyarlarca yıldır dönüp duran bu dünya, insanın neden olduğu yapay bir ısınmadan kendinin yok olmasına izin verir mi? Komik gelir bu bana. Sekiz yüz belki de bin çeşit dinazorun sonunu nasıl getirdiyse bu dünya elbet bulur bizi yok etmenin bir çaresini de.
Hem belki de kutupları eriten insanoğlunun düşündüğü gibi “sera gazı emisyonlarına atfedilen küresel sıcaklık artışı” değil, Yüce Mevlam’dır.

"Görmüyorlar mı ki, biz o yerküreye geliyor, onu uçlarından eksiltiyoruz" (Ra'd, 41-42)

Belki de bu erime kıyamet alameti olabilir, yer yarılabilir, gök delinebilir, hesap defterleri açılabilir. Son nefesini verirken “Hepinizi Allah’a şikâyet edeceğim” diyen Suriye'li yavrunun, İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen 1,5 milyon çocuğun hesabı bir çırpıda sorulur.

Bir ara tarih okumaya heves sarmıştım. Avrupa’nın soğuk bir dönem geçirdiği için insanların zorlandığını, tarım yapamadıkları için açlıktan nüfüsun azaldığını anımsıyorum. Biraz ayrıntılandırayım ben de merak ettim. Günümüzden yaklaşık 2.5 milyon yıl önce başlayan başlayan buzul çağı çok değil bundan yaklaşık 10 veya 14 bin yıl önce sona ermiş, sonrasında 1570 ile 1715 yılları arasında “Küçük Buz Çağı“denen soğuk zaman dilimleri yaşanmış. “Araştırmacılar Küçük Buz Çağı’nın yaşanmasının kesin bir nedenle gösterememekle birlikte bazı olasılıklara ve teorilere bağlamışlardır.”


- Güneş etrafındaki döngülerden gelen orbital zorlama” Ne demekse artık?

- Güneş lekelerinin yokluğu (Maunder Minimum)

- Volkanik patlamalar sonucu etrafa yayılan küllerin ve gökyüzüne yükselen gazların etkisiyle güneş radyasyonunun bir kısmının bloke olmasının sonucu iklimin soğuması

- Veba hastalığı: Ba Ba Baaa! Bu ilginç işte!

“Yapılan bazı araştırmalar Küçük Buzul Çağının yaşanma sebebini, o zamanlarda oldukça yaygın olan veba hastalığına bağlıyor. Büyük Veba Salgını olarak da bilinen hastalık nedeniyle tüm Avrupa nüfusunda azalma (neredeyse yarısı) olduğundan, terk edilmiş tarım arazileri de zamanla yeşil bitkiler ve ağaçlarla kaplanmaya başlamıştı. Bu da atmosferde önemli miktarda karbondioksit soğurulmasına sebep oldu ve bir çeşit “anti-sera etkisi” oluştu. Bilindiği gibi sera etkisi, gezegeni bir ısı kalkanı gibi sarıp soğumayı önlüyor. Anti-sera etkisi de bu kalkanın zayıflamasına ve ısının düşmesine sebep oluyor.”  http://popsci.com.tr/buzul-cagi-ne-zaman-sona-erdi/


Bunları henüz af çıkmadan özgürlüğüne kavuşan” Özgür Ansiklopedi” VİKİPEDİ’den hemencecik buluverdim.


Şimdi siz dünyamızın elinde teoride de olsa bu kadar mekanizma varken, istediği zaman ortamı tekrar soğutup küresel soğumaya neden olamayacağını mı düşünüyorsunuz!  
Hem hep demez miyiz “tarih tekerrürden ibaret” diye.
İşte size gene bir “ayvan salgını beya” hem de yine vebanın doğduğu o malum topraklardan, bildiniz Wuhan’dan. 


Bu işte, üstat Barış Özcan’ın parmağı var. (https://www.youtube.com/watch?v=yjfXTzzXBFk
O da en çok kıskandığım insanlardan. Allah sağlıklı ömür versin.

Bu COVID salgını ne zaman bitecek dersiniz, dünya yeterince soğuyunca olabilir mi? Acaba bu dönem depremlerde ondan mı arttı. Yakında yanardağlar patlamaya başlarsa birbiri ardına şaşırmayın. 

Ya da uzay bilimciler “Güneşin sarı lekelerinin kaybolup, orbitasının zorlandığını ve güneşin mundar (Maunder Minimum) olduğunu” söylerlerse ona da şaşırmam.
Nerden geldi konu gene buraya?
Virüsle ilgili yazılmış ikinci harika yazının yazarı belli, belki çoğunuz okudu geçti. Şimdi okuyunca hemen anımsayacaksınız. Ah keşke ben yazmış olsaydım dediğim güzel yazı.
İtalyan pisikologmuş Francielle Morelli, ben baktım hemen profiline bizim gibi sade yaşayan biri, kelli felli sakallı bir ton ton professör değil, belki 40’lı yaşlarda genç bir kadın yazar, resimlerini paylaşmış ordan gördüm, şimdi onayı olmadan resmini koymayım dedim, kısaca tarif ettim. Böyle güzel yazılar insanları hep merak etmişimdir.  
Şimdi bu güzel yazının daha geniş kitlelere yayılabilmesi için aynen paylaşıyorum. Buyrun keyfini çıkarın. Düşünün, benim pek vaktim yok ama sizlerin belki de hiç bu kadar durup düşünmeye vaktiniz olmamıştır.
“İnanıyorum ki evren, kuralları tepetaklak geldiğinde, bunları düzeltmenin bir yolunu bulur.”
Birçok anomaliyi ve paradoksu yaşadığımız bu günler düşündürücü…
(Araya girmeden duramadım gene “CRP ‘yi yükselten virüs”)

Küresel ısınmanın çevreye yarattığı zararların endişe verici boyutlara ulaştığı, Çin ve onu takip eden birçok ülkenin bloke olmak zorunda kaldığı bir dönemde, ekonomi yerle bir olurken hava kirliliği önemli oranda azalmakta; hava düzelmekte, maske kullanmak zorunda kalırken aslında daha temiz bir nefes almaktayız.




























Dışlayıcı politikaların ve ideolojilerin, tarihimizdeki aşağılık bir dönemi anımsatarak tüm dünyada artmaya başladığı bu tarihi noktada, bir virüs gelir ve bizi dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyan yapar. Hiçbir suçumuz olmasa da. Beyaz, batılı ve business class yolcusu olsak da.
Üretime ve tüketime dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir amacın peşinde, cumartesimiz, pazarımız, takvimde kırmızı ile belirtilmiş tatillerimiz olmadan koşarken, bir anda ‘Dur’ karşımıza çıkar. Evde, günlerce, dururuz. Karşılık ya da para ile ölçmeye alıştığımız, gerçek değerini hatırlamadığımız ‘zaman' ile hesaplaşmamız başlar. Hala onunla neler yapabileceğimizi hatırlıyor muyuz?
Çocuklarımızı büyütmeyi, öyle gerektiği için, başka kişilere, kurumlara devrettiğimiz bir dönemde virüs okulları kapatır, bizi alternatifler yaratmaya, anne ve babayı tekrar çocukları ile birlikteliğe zorlar. Tekrar aile olmaya mecbur bırakır.
İlişkilerin, iletişimin, sosyalleşmenin virtüel (Fransızca'da sanal demekmiş) dünyanın sosyal medyasında gerçekleşerek, bizi yakın olduğumuza dair bir yanılsamaya ittiği bu dönemde, virüs bizden gerçek yakınlığı çalar:
Kimse birbirine dokunamaz,
                                              öpemez,
                                                            sarılamaz;
                                        birbirine uzak ve dokunamamanın soğukluğunda kalırız.
Bunların anlamını ve önemini ne kadar göz ardı ettik?
Herkesin kendi bahçesini düşünmesinin kural olduğu bu dönemde virüs bize açık bir mesaj yollar:
Tek çıkış yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını düşünmek, kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmak.
Paylaşılan sorumluluk, attığın adımın sadece kendi kaderini değil etrafındakilerin kini de belirlemesi ve senin kaderinin de onlara bağlı olması.
Öyleyse cadı avını, kimin suçlu olduğunu, sebebini düşünmeyi bırakır, onun yerine kendimize bundan neler öğrenebileceğimizi sorarsak, öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğuna inanıyorum.
Çünkü belli ki evrene ve onun kurallarına borcumuz çok ve bize bunu bir virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor.
Bunlar yaşanmasaydı, sadece film olsaydı, izlediğim en eleştirel filmlerden biri olurdu.
Birbiriyle iletişim kurmayı unutmuş, bencilleşen toplumların iki hafta süreyle eve hapsolması. Bunun toplumsal tabaka gözetmemesi, boşanmaların artışı ya da aile olmayı yeniden öğrenmek… Küresel çapta, onlarca alt metinli muhteşem bir film olabilirdi. Sosyal deney de olabilirdi ama gerçek olmayı seçti…

Kalın sağlıcakla.